UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Çardaklar

18 Ara 2013
Mehmet Sürücü

Yazın, işin, uğraşın büyük kısmı çardakların altında döner. Zaman olur akşam yemeği olacak patatesler, fasulyeler hemen oracıkta soyulup çıtlanır. Yorgunluk üstü muhabbetler, uyuklamaların yeridir çardakların altı. Kışınsa her yanlarında bir bıraklımışlık, terkedilmişlik. Bir insan vefasızlığı dökülür üzerlerinden. Birkaç kısa değinmeyle çardakların bu hüzünlü kış yüzlerini anlatmaya çalıştım. Yapabildiğimce.

Çardak 1
Kasım bitmek üzere. Yazın sıcak günlerinde altları insan kaynayan, kenarlarındaki merteklere dizi dizi soğan asılı çardaklar unutulmuş gitmiş. Altlarında su birikintileri, cücüklenmiş soğan dizileri, dallar, çamurlu, çürümüş, erimiş, lime lime, rüzgarda salınıp duran brandalar, kilimler.

Yaza kadar bu böyle olacak. Kuvvetli kış rüzgarları esecek. Poyrazlar, karayeller, göndoğruları. Üstünde kalan birkaç dalı, sazı, kalemi de savurtup, katıp önüne, atacak bir yerlere. Yağmur, kırağı yağacak, belki de günlerce dinmeyen karlar, tipiler. Öyle sert fırtınalara direnecek ki, dört kalın merteği, gömüldüğü toprağı titretecek.

Yazın hatırlanacaklar yine. Lahanaların, havuçların üzerlerine yağan kırağılar yavaş yavaş yerini iri çiği damlalarına bırakırken, ocak ocak yeşillenen soğan haşlamaları bel kalınlaştırıp, mor kabuğa çekecek. Dere boyundan birkaç demet saz, ormandan dal kesilip üzerlerine atılacak. Direkler sağlamlanacak, orası burası bağlanıp, belki birkaç çivi çakılacak. Bir bakacak ki, sırtında tırmıklı giden birileri, kenardaki, Boz’un ayvasının yanında, büyük elektrik direğinin dibindeki ufak tefek şeftali mor, Bubakisa’nın dere boyundaki kırıkboyun erik fidanı bembeyaz çiçekler açmış.

Bu olacak. Ama sonra. Şimdi herkes zeytin derdinde. Şimdi kimsenin çardağa, saza, muşambaya bakacak hali vakti yok.

Çardak 2
Tepesindeki kuru dalların, yaprakların arasında geziniyor rüzgâr. Yapraklar mı rüzgârla oynuyorlar rüzgâr mı onlarla, belli değil. Birbirine karışıp gitmiş sesler uğultular.

Yerde, küçük bir su birikintisinin üzerine, merteklere asılı, asıldığı yerde yeşermiş, her yanından sürüp, uç vermiş bir soğan dizisinin aksi düşmüş. Rüzgârın koparıp savurduğu yaprak birikintinin üzerine düşüyor. Durgun, aynamsı su yüzeyi dalgalanıyor aniden. Soğanların yansıları kırılıp dağılıyor. Dalgacıklar bir süre titreştikten sonra, eski aynalığına dönüyor birikinti.

Çardağın dibine yığılmış, bir kısmı kesilip yarılmış, istiflenmiş odunlar, poyrazın günlerdir denizden zerre zerre taşıdığı nemle ıslanmış. Hiç de yanacak gibi durmuyorlar. Aralarda birkaç tavukla, çalım satan horoz geziniyor. Yerdeki odun talaşlarını eşeliyorlar. Ortaya taşıma bölmesi bağlı, garip, tekerlekli bir çekirgeyi andıran Patpat çekilmiş. Motoru kalınca bir muşambayla sarılıp, sicimle bağlanmış.

Komşunun köpeği Teo(nereden buldularsa bu adı, her duyduğumda sanki Van Gogh’a saygısızlık, belki de küfür ediyorlar gibi geliyor), tavukları görünce kulübesinden fırlayıp, yakalamamaya özenli, oyunumsu bir kovalamacaya girişiyor. Tavuk koşarken tıkanan soluğuyla kesik bir gıdaklamayla sekiyor köpeğin önünde. Başı olabildiğince yerde, kanatları hafifçe açık. Uçuverse, uçup damın köşesine, kiremitlere konsa ya! Yok! Oyun bozanlık yok.

Birikintinin durgun yüzeyindeki ayna, bu kez tavuğun, ardından Teo’nun ayakları altında kırılıyor.

Defalarca dolanıyorlar çardakların altında. Yorulunca (belki bu danışıklı koşturmacadan, bu hileli oyundan sıkıldılar) da tavuk kuru dalların arasına dalıp kaybolurken, diğeri bir iki havlayıp, kulübesine uzanıyor. Soludukça ağzından buharlar karışıyor havaya.

Saviya komşu, çardağın altındaki merteğe asılı diziden irice bir soğan kopardı. Yemek vakti. Belki üstüne biraz marul kıyıp, bir iki havuç rendeleyecek, az sonra Verat dede gelip, koltuğunun altına birkaç odun sıkıştırıp giderken, Hiç yanmıyor bu sene, borular mı doldu ki, yoksa odunlardan, havadan mı, diye söylenecek. Maşinganın başına çökecek. İkisini altına, kurusun diye uzatıp, birini kapağını açtığı har hanesine atacak. Maşinganın açık kapağından, kısacık beyaz sakallı yüzüne davulgaların sarı yalımlarının aydınlığı vururken; Bu sene ayaklarım hiç ısınmadı, diyecek Mereme Ana’ya. Kapatacak kapağı. Mereme Ana biraz daha kısacak lambanın fitilini. Evin önündeki boş arsayı neredeyse kaplayan koca, kuturlu, çumalı incirin dalları arasında gezinen rüzgârın sesine, maşingada yanan odunların mırıltıları karışacak. Mereme Ana; Çardağın üstü boşalmış herif. Ne yağarsa odunların üzerine dökülüyor. Hiç kurur mu orada odun, diyecek uyuklayan ihtiyara.

Dere boyundaki çardakların birinde bir teneke yuvarlanacak. Gürültüsü karışacak geceye.

Kategori: