UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Bodur Minarenin Ötesinden

10 Ağu 2008
Barış Acar

Arkadaşlar,

ilk atölye ödevimizin Yusuf Atılgan boylarından olması sanırım çok garip kaçmayacaktır. Okuduğumuz öykülerin hemen hepsi üzerine çok şey söylemeye, yeniden düşünmeye ve kurgulanmaya değer olduğu halde içlerinden birinin yazma ediminde karakterleri düşünebilmek açısından atölye katılımcasına fazlasıyla imkân sunduğunu düşünüyorum.

"Bodur Minareden Öte" öyküsünün kahramanı iki kişilik bir aşkı tek başına yaşarken okurun içinde bir ukte kalıyor ister istemez. Acaba, diyor acımasız okur, "yazı makinesinin düğmelerine basmaktan bükük parmaklı kadın" nasıl duydu bu öyküyü? Neler hissetti o vapur yolculuklarında, bodur minareye kadar olan takiplerde, beklemelerde? "Kırk yıllık karısının adını unutan adam"a aşık mıydı gerçekten? Yoksa alay mı etti onunla, işsizliğinde bir iş miydi onun kendini bekleyişi? Yoksa bütün bu sırladıklarım zırvaydı da başka bir olay mı vardı bizim tek yanlı gördüğümüz öykünün altında?

Bodur Minareden Öte'yi yeniden yazmayı öneriyorum. Bu kez karşı taraftan, kadının ağzından; hodri meydan!

Kategori:

Re: Bodur Minarenin Ötesinden

Öyküyü hemencecik okudum ve de pek beğendim. Ağabeyinin, yengenin verdiği huzursuzluk ne güzel anlatılmış.

nurtenöztürk dedi ki:
Geldiğimden bu yana sadece ilk gün gözlerime bakarak merakla kocamı soran, ondan beri bir kez olsun konuşurken yüzüme bakmamış olan ağabeyim mi? Yoksa iri, memelerini, hoplata hoplata dolaşıp, ağabeyimin sevdiği yemekleri yaparken, bulaşığı köpürte köpürte yıkarken, kolundan çok kıçını sallayarak toz alırken bana “ kadın olsaydın da kocana sahip çıksaydın” a getirerek kadın olmanın inceliklerini anlatmaya çalışan,

sığıntı gibi hissetmesini sağlayan küçük ayrıntıları çok gerçekçi buldum.
Öykü kişisini bilerek mi böyle çizmiş bilmiyorum amma öykü kişisinin, dolmuş şoförüyle ilgili duygularını daha başlamadan kendi kafasında yaşayıp bitirmesini, intihar düşüncesini Atılgan'ın öykülerindeki kişilere yakın buldum. Yılgın, umutsuz...
Ellerine sağlık Nurten Öztürk'ün.
Bir iki eleştirim olcek tabii ki.
Öykünün adının neden Minare olduğunu anlamadım.
nurtenöztürk dedi ki:
Elimde evden çıkarken her gün elime tutuşturduğum adres kağıdına
cümlesi sorunlu geldi ve de eline tutuşturmak deyimi kişinin kendisi için kullanmayız diye düşündüm.
nurtenöztürk dedi ki:
olmayacağını bildiğim iş görüşmelerinden

bu cümle anlatılmak istenini karşılamıyor.
"spor tarzda" bu 'tarz' sözcüKü benim kulağımı Dırmaladı.
Öykü kişimiz, öykünün bir yerinde öğretmen olduğunu belirtiyor fekat iş görüşmelerine gidiyor. Öğretmenlik mesleğini yapmıyor da başka bir iş mi arıyor, burası belirsiz kalmış.
TekNardan, ellerine sağlık Nurten'in.


Re: Bodur Minarenin Ötesinden

"minare" isimli öykünü beğenerek okudum doğrusu. yer yer de kıskandım, nasıl da böyle güzel insan tasvirleri yapıyorsun diye;

""
Yoksa iri, memelerini, hoplata hoplata dolaşıp, ağabeyimin sevdiği yemekleri yaparken, bulaşığı köpürte köpürte yıkarken, kolundan çok kıçını sallayarak toz alırken

""
Bozuklukları başparmağıyla eline yayarken “ neresi” dedi.

""
Vites değiştirmediği zamanlar elini yana sarkıtıyor. Öyle boş.avuç içi bana dönük. Ben de sarkıtsam mı elimi acaba? İnerken, iyi günler, dedim, cevap vermedi mi, ben mi duymadım.

Bu arada bir iki sorum olacak;
Neden annasesinin yaşayıp yaşamadığını bilmiyor? Onları, yani abisiyle kendisini terk mi etmiş? Bu ayrıntıyı daha sonra kullanmadığına göre kadının o raylarda ölmek istemesini anlamamızı mı kolaylaştırsın istedin?
Bu sorum Elif in sorusuyla aynı; aradığı işlerin iş arama tarzından dolayı öylesine vasıfsız bir eleman olarak iş arıyor sanmıştım, ancak sonra öğretmen olduğunu öğrendik. Öğretmenlik yapmak mı istemiyor?

bu sorular öyküdeki kadının durumunu iyice merak ettiğimden öykünün beni içine alışından dolayı öyküyü okurken kendi kendime sordum. Sanırım bu, ödevden geçer not aldığını gösteriyor. Thumb Up
Eline sağlık Nurten Öztürk.


Re: Bodur Minarenin Ötesinden

Gonderilen "yarim" oykulere yorum yazmayisim tembellikten degil, yarim yapilmis odevi yapilmamis odev kabul ettigimden. Bu nedenle "yarim" oykulerin yazarlarini oykulerini tamamlamaya davet etmek istiyorum. Onlar bitirsinler hele, biz de uzerimize duseni yapmaya calisalim, degil mi? Boxing


Re: Bodur Minarenin Ötesinden

""
Eren yazdı;
Gonderilen "yarim" oykulere yorum yazmayisim tembellikten degil, yarim yapilmis odevi yapilmamis odev kabul ettigimden. Bu nedenle "yarim" oykulerin yazarlarini oykulerini tamamlamaya davet etmek istiyorum. Onlar bitirsinler hele, biz de uzerimize duseni yapmaya calisalim, degil mi? Boxing


Bence yarım ya da tam, ödev için yazılan her satırın bir değeri var. Değil mi ki bu bir atölye. Korkmayın yarımdır tamamlanmamıştır diye.
Mühendisler için yarım bir işin değeri olmaz ama öğretmenler gidiş yolundan da puan verir biliyorsunuz.


Re: Bodur Minarenin Ötesinden

Arkadaşlar, eleştirilere değil ama sorulara sanırım yanıt vermek gerekiyor. Yada yanıt vermek gerekiyor mu? Yoksa okuyup bir daha ki sefere dikkat mi etmek gerkiyor? Bu sorularım yanıt beklerken, bir iki şeyi yazayım.
Öncelikle Elif ve Nurten'e hatta Eren'e görüş ve eleştirileri için teşekkür ediyorum. Sorulan bazı sorular metnin tamamlanmamış olmasından kaynaklı. Diğer yandan bazı soruların yanıtını ben de bilmiyorum. Örn, annesi terk mi etmiş öykü kişisini?
Ve "tutuştrmak" Elif'in eleştirisine katılmakla birlikte şöyle de düşünüyorum ve soruyorum:bazen kendi kendimizin eline de tutuşturmaz mıyız? Kendimizi zorladığımızda, durumu idare etme anlarında istemeye istemeye...
Kestane kebap acele cevap!


Re: Bodur Minarenin Ötesinden

Kestane kebap acele cevap demem bile kar etmemiş. Sorumu geri aldım.


Re: Bodur Minarenin Ötesinden

nurtenöztürk dedi ki:
Ve "tutuştrmak" Elif'in eleştirisine katılmakla birlikte şöyle de düşünüyorum ve soruyorum:bazen kendi kendimizin eline de tutuşturmaz mıyız? Kendimizi zorladığımızda, durumu idare etme anlarında istemeye istemeye...

Kestane kebap acele cevap, diye de eklemiş, Nurten. Yemesi sevap da uygun olabilir diye ekleyeyim dedim. Zira tekerlemenin böyle bir verisiyonu da vardır.
Nurten'in söylediklerine gelince yaptğım uzun araştırmalar sonucunda gördüm ki, bu deyim kişinin kendisi için, kendi kendine yaptığı bir eylem için kullanılmaz. Neden diye soracak olursanız, aramızda Türk dili konusunda akademik eğitim almış bu kadar (ne kadar var, bilmiyorum benim bildiklerim henüz foruma bir şeyler yazmadı) üyemiz var iken bu soruya cevap vermek, bana ne, niye ben cevap veriyomuşum! Onlardan da ses çıkmadığına, yani Nurten bu iletiyi yazdığından beri bir fikir beyan eden olmadığına göre ne yapacağız? Benim önerim şudur ki, havaya, ama hayli yükseğe para atalım, para yere düşünceye kadar, son şeklini almadan kendi etrafında hızla tur atarken biz biraz daha düşünelim, hâlâ bir cevap bulamaz isek, paranın düşüş pozisyonuna göre, yazı tarafı gelirse Nurten'in dediğini...

Nurten'den ses soluk çıkmıyor, niye ki?

Eren'den bir alıntı: Bacağını kullanamaması bir yana, çalıştığı şirketin uygulamasına öfkeleniyordu. Kazadan sonra ücretinde kesinti olmuştu.
Adamin ofkesi sirketin "uygulamasi" yerine patrona, suratsiz muhasebe mudurune ya da dogrudan sirkete yonelse daha iyi hissedecegim (simdi elde mendil agliyorum, inanmazsiniz).
Burada bir anlatım bozukluğu üzerinde duruluyor gibime geldi. Ama 'şirketin uygulamasına' yanlış bir ifade değil diye düşündüm. 'Şirket' oranın sahiplerini ya da karar veren yöneticileri işaret ediyor. Eren isterse bir yazı tura da bunun için...
Yine Eren'den:""Günlerce, iştahsız, isteksiz gidip geldim işten eve, evden işe." Sanki evden ise gidislerinde "belki bugun gorebilirim" umudu olurmus gibi geldi bana. Boyle zamanlarda insan olmayacagini bildigine bile umut baglar, gozlerini diker, bekler diye dusunurum." Bu ayrıntıyı düşünmemiştim, düşünseydim bu bölümü öyle yazardım, değil mi? Kendi dosyamda bununla ilgili düzeltmeyi yaptım.

Barış Yazmış: "NOT: Ödev bir ayını doldurmak üzere. Yeni ödev için ben kolları sıvadım."
Not'un yazıldığı tarih: 7 Eylil 2008 Saat: 23.44 RTFM Bu olmaz, Barış'ın özel bir dönemiydi. O zaman: Crazy bu manyak diye tanımlanmış ama ben bunu heyecanla bekliyor anlamında kullandım.


Re: Bodur Minarenin Ötesinden

elif cinar dedi ki:
eren dedi ki:
Bacağını kullanamaması bir yana, çalıştığı şirketin uygulamasına öfkeleniyordu. Kazadan sonra ücretinde kesinti olmuştu.
Adamin ofkesi sirketin "uygulamasi" yerine patrona, suratsiz muhasebe mudurune ya da dogrudan sirkete yonelse daha iyi hissedecegim (simdi elde mendil agliyorum, inanmazsiniz).

Burada bir anlatım bozukluğu üzerinde duruluyor gibime geldi. Ama 'şirketin uygulamasına' yanlış bir ifade değil diye düşündüm. 'Şirket' oranın sahiplerini ya da karar veren yöneticileri işaret ediyor. Eren isterse bir yazı tura da bunun için...

Aslinda soylemek istedigim bunun anlatim bozuklugu oldugu degildi. Bence de burada bir anlatim bozuklugu yok. Bir calisan (ya da bir insan) sinirlendigi zaman, sinirini "sirketin uygulamasi", "kurumsal yapinin vizyonu" gibi soyut seylere degil de nesnelere, canlilara, insanlara, insanlarin davranislarina yonelndirmesi daha dogal gelir bana. Onu ifade etmeye calismistim. O nedenle, patronu ya da suratsiz muhasebe mudurune sinirlenmesinin daha olagan olacagini dusundum. "Sirketin uygulamasi" daha cok bir rapordaki bir ifade cagrisimi yaratiyor bende. Soylemeye calistigim, kisaca, buydu aslinda.


Re: Bodur Minarenin Ötesinden

eren dedi ki:
"Sirketin uygulamasi" daha cok bir rapordaki bir ifade cagrisimi yaratiyor bende.

İyi ki varsınız, iyi ki!


Re: Bodur Minarenin Ötesinden

elif cinar dedi ki:
nurtenöztürk dedi ki:
Ve "tutuştrmak" Elif'in eleştirisine katılmakla birlikte şöyle de düşünüyorum ve soruyorum:bazen kendi kendimizin eline de tutuşturmaz mıyız? Kendimizi zorladığımızda, durumu idare etme anlarında istemeye istemeye...

Kestane kebap acele cevap, diye de eklemiş, Nurten. Yemesi sevap da uygun olabilir diye ekleyeyim dedim. Zira tekerlemenin böyle bir verisiyonu da vardır.
Nurten'in söylediklerine gelince yaptğım uzun araştırmalar sonucunda gördüm ki, bu deyim kişinin kendisi için, kendi kendine yaptığı bir eylem için kullanılmaz. Neden diye soracak olursanız, aramızda Türk dili konusunda akademik eğitim almış bu kadar (ne kadar var, bilmiyorum benim bildiklerim henüz foruma bir şeyler yazmadı) üyemiz var iken bu soruya cevap vermek, bana ne, niye ben cevap veriyomuşum! Onlardan da ses çıkmadığına, yani Nurten bu iletiyi yazdığından beri bir fikir beyan eden olmadığına göre ne yapacağız? Benim önerim şudur ki, havaya, ama hayli yükseğe para atalım, para yere düşünceye kadar, son şeklini almadan kendi etrafında hızla tur atarken biz biraz daha düşünelim, hâlâ bir cevap bulamaz isek, paranın düşüş pozisyonuna göre, yazı tarafı gelirse Nurten'in dediğini...

Nurten'den ses soluk çıkmıyor, niye ki?


Benim sesim niye çıksın ki? Ben de bekliyom bakalım. Para yere düşeli çok oldu... yoksa düşmedi de, ben düştü mü sanıyorum? Dik düşmüş zahar?.. Yoksa, yemesi sevap deyip, alıp yediler mi?


Re: Bodur Minarenin Ötesinden

""
Nurten Öztürk şöyle yazmış:
Kestane kebap acele cevap!

Yaklaşık 20 gün gecikmeli de olsa öyküyle ilgili notlarımı ekliyorum. Laughing out loud

Öncelikle Nurten öyküyü mutlaka bitirmeli. Keza Atılgan'ın ruhuna uygun olmakla kalmamış, Evdeki öyküsünün o cansız kadın ruh halini yeni bir boyuta taşımış öykü. Artık kadın eylenen biri olarak değil, eyleyen biri olarak yaşıyor bunaltısını. Bunu çok sevdim. Gözlemlerindeki keskinlik, dikkatini yoğunlaştırması, eylemlerinin yönünü kesin olarak tayin etmesi öykü kişisini Atılgan'ın erkeklerine taş çıkarttıracak kadar güçlendiriyor.

Nurten ödevi farklı yorumlamış, ama iyi ki de böyle yapmış diye düşündüm. Good

""
Akşamları eve dönüşte rayların üzerinden karşıya geçerken, tam da tren yaklaşmışken, ayağım demirlerin arasına sıkışsın istiyordum.

Atılgan'ın Atılmış öyküsünden fırlamış gibi geldi bana bu sahne.

""
Ama şimdi ayağım takılır, tökezlerim diye korkuyorum.

Bir yandan intihar etmeyi düşünürken bir yandan böylesi bir korkunun getirdiği tezatlığı çok sevdim.

""
Yoksa iri, memelerini, hoplata hoplata dolaşıp, ağabeyimin sevdiği yemekleri yaparken, bulaşığı köpürte köpürte yıkarken, kolundan çok kıçını sallayarak toz alırken bana “ kadın olsaydın da kocana sahip çıksaydın” a getirerek kadın olmanın inceliklerini anlatmaya çalışan, geldiğimin üçüncü gününden bu yana ütü yapmaktan soğumuş, her ütü yapışımda bi kucak çamaşırı “sana zahmet”diyerek önüme yığan yengem mi?

Bir yardımcı karakter bir cümlenin içinde bu kadar iyi mi çözümlenir; bravo doğrusu!

""
Gene de kaza olsa daha iyiydi. Diğer türlü, annem hayattaysa üzülürdü, üzülür müydü?

Nurten'in kadının iç konuşmalarını verişi çok akıcı.

""
Bozuklukları başparmağıyla eline yayarken “ neresi” dedi. “Neresi hanfendi” yada “Neresi abla”değil, “Neresi?” artık beni tanıyor, üstelik yüzüme bakamıyor.

Güzel tahlil!

""
Iyi diyorum içimden ayakkabı zevki güzel, (bir erkeğin ayakkabı sı pis ve zevksizse ondan uzak durmalı

Kadın düşünüşünün ipuçlarını ne de güzel veriyor Nurten. Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Bir de parantez içi kullanımlara dikkat etmeli. Anlatıda parantez uygulaması eğer ki biçemsel bir yaklaşım değilse yadırgatıcı duruyor bence. Yazarın müdahalesini hissetmemize neden oluyor. Tabii bu özellikle amaçlanıyorsa o zaman başka...

""
Vitesi elinin içiyle ileri iterken parmak bitimindeki nasırları iyice ortaya,çıkıyor sarı,sarı. elindeki çizgiler derin, keskin; çıplak sarp kayalıkları andırıyor,elinin içi, tutmak istesen tutamazsın sanki, kayıverir elinden. Ama yüzünde yok öyle derin çizgiler.

Ben buralarda kadından korkmaya başladım. Sanki bir şeyler ters gitse, araba tam gazla viraja girmişken atlayıp direksiyonu uçuruma sürer gibi geldi bana.

""
Bu fren gelinmeyen iki günün hesabı mıydı ne?

Kendi kendine sürdürülen bir diyalogun doruk noktası bu bence.

""
Akşam dönerken bilerek kaçırdım dolmuşu,sabah da. Yarın da kaçırırım. Belki öbür gün de… Kaçırmasam ne olacak ki? Onunla evlenip mutlu mesut bir yuva mı kuracağız? Belki bir yuva kurarız. Dolmuşun arkasına “mutluyuz” yada “evleniyoruz” diye yazarız. Şöyle bir dolaşırız mahallede. Birkaç gün yada birkaç ay merakla bekleriz akşamları, Ben onun nasıl uyuduğunu merak ederim, sabah kalktığında alacağı gürbüz hali. Çalışmam artık, o istemez çalışmamı. Akşama kadar onu beklerim, yemek yaparım, bulaşık,çamaşır, haftasonu akraba ziyaretleri; gitmeler,gelmeler. Onun akrabaları önceleri istemez beni, -kimbilir niye ayrılmış kocasından, gencecik oğlanı aldı- sonar alışırlar. Öğretmen oluşum hoşlarına gider, çocuklarının ödevlerini sorarlar, dertlerini anlatırlar.Sonra da çocuk yaparız benim yaşım geçmeden, olsun diye acele ederiz.Hem gittikçe suskunlaşan eve neşe olur, diye. Sonra ne olur bilmiyorum; ama artık o, şikayet etmeye başlar, ben, der, bana, der. Bir kap yemek, iki gülen göz yeter der, bunu çok görme bana,der. Ben? Bana neyin yeteceği kimsenin konusu olmaz, benim bile. belki bu yüzden istesem de gülümseyemem. Gitmek isterim.

Bence bu kısım Nurten'in öyküyü yarıda bırakmasına sebep olmuş. Öykü kişisi böyle yapmayacak, kendi kendini böylesi bir çıkmaza sürüklemeyecek kadar akıllı ve iyi bir gözlemci. Bir çıkış yolu arayacak, abisinden, onun karısından, bir türlü peşini bırakmayan annesinin hayaletinden, dolmuş şoförünün nasırlı parmaklarından. Kestirme bir yola sapıp kafasında getirmeyecek öykünün sonunu, sonuna kadar sürdürecek.

Ellerine sağlık Nurten Öztürk.
Tamamlanmış halini okuduğumda bir büyük keyif daha alacağım öykünden. Alkış


Re: Bodur Minarenin Ötesinden

Barış'ın öykü çözümlemelrine katılıyorum. Bir atölye çalışması olarak yarım bırakılabilir bir çalışma ama ne yalan söyleyeyim ben de öykünün tamamlanmasını istiyorum. Merak ediyorum karakterimizin sonunu daha doğrusu çizeceği yolu. Smile


Re: Bodur Minarenin Ötesinden

Barış Acar dedi ki:
""

Akşam dönerken bilerek kaçırdım dolmuşu,sabah da. Yarın da kaçırırım. Belki öbür gün de… Kaçırmasam ne olacak ki? Onunla evlenip mutlu mesut bir yuva mı kuracağız? Belki bir yuva kurarız. Dolmuşun arkasına “mutluyuz” yada “evleniyoruz” diye yazarız. Şöyle bir dolaşırız mahallede. Birkaç gün yada birkaç ay merakla bekleriz akşamları, Ben onun nasıl uyuduğunu merak ederim, sabah kalktığında alacağı gürbüz hali. Çalışmam artık, o istemez çalışmamı. Akşama kadar onu beklerim, yemek yaparım, bulaşık,çamaşır, haftasonu akraba ziyaretleri; gitmeler,gelmeler. Onun akrabaları önceleri istemez beni, -kimbilir niye ayrılmış kocasından, gencecik oğlanı aldı- sonar alışırlar. Öğretmen oluşum hoşlarına gider, çocuklarının ödevlerini sorarlar, dertlerini anlatırlar.Sonra da çocuk yaparız benim yaşım geçmeden, olsun diye acele ederiz.Hem gittikçe suskunlaşan eve neşe olur, diye. Sonra ne olur bilmiyorum; ama artık o, şikayet etmeye başlar, ben, der, bana, der. Bir kap yemek, iki gülen göz yeter der, bunu çok görme bana,der. Ben? Bana neyin yeteceği kimsenin konusu olmaz, benim bile. belki bu yüzden istesem de gülümseyemem. Gitmek isterim.

Bence bu kısım Nurten'in öyküyü yarıda bırakmasına sebep olmuş. Öykü kişisi böyle yapmayacak, kendi kendini böylesi bir çıkmaza sürüklemeyecek kadar akıllı ve iyi bir gözlemci. Bir çıkış yolu arayacak, abisinden, onun karısından, bir türlü peşini bırakmayan annesinin hayaletinden, dolmuş şoförünün nasırlı parmaklarından. Kestirme bir yola sapıp kafasında getirmeyecek öykünün sonunu, sonuna kadar sürdürecek.
Alkış

Barış ve Nurten, eleştiri için teşekkürler. Barış öykünün yarıda kalması ile ilgili tesbitin çok doğru, aynen öyle oldu. (vallahi bravo!)
Değerlendirme aynı zamanda güzel bir öneri olmuş benim için. Teşekkürler.


Re: Bodur Minarenin Ötesinden

Bişeş değil canım n'olacak.


Re: Bodur Minarenin Ötesinden

Elif benim yerime tevazu göstermiş. O zaman bana da ona katılmak düşer. Laughing out loud


Re: Bodur Minarenin Ötesinden

Aslında Barış ve Nurden Aksakal'ın yerine cevap verişimin nedeni Öztürk'e sataşmak, hani bana da teşkkür eder filan diye, zira, forum sayfalarının bir yerlerinde naçizane bizim de bilr eleştirimiz vardır belki, ne var yani bir teşekkür de bize etse mânasında...


Re: Bodur Minarenin Ötesinden

Hah, tam da burada böyle çene çalalım sonra Ulu Moderatörümüz gelsin, zıvanadan çıkıp, başlıkla ilgisi yok deyip bütün yazdıklarımızı neşterleyip başka yere taşısın. En iyisi uyanık olup yazmaya Çene Çalma Odası'nda devam edelim derim.

Cheers


Re: Bodur Minarenin Ötesinden

Nurten Öztürk unutmuştur diye düşündüğümden hatırlatma gereği duydum, Hovarda öyküsü için de bir atelye ödevi vardı. Barış, zor bir ödev vermiş. Nasıl kurgularsan kurgula hep klişe bir final çıkıyor benim önüme. Yaratıcılığımı zorluyorum zorluyorum kimseye bir zarar getirmeden herkeŞi kendi yoluna yolcu edemiyorum. Biri birini furur bu öyküde vallahi.


Re: Bodur Minarenin Ötesinden

elif cinar, sana teşekkür etmiş olmalıyım çok daha önceden yani. Ama gene teşekkür eder, forumu dikkatli okumanı da tavsiye ederim. (lütfen yani) Ve de konuyu saptırmamak lazım, para yere düşeli çok oldu,paraya ne oldu? Senin cevabını bildiğin şeyi biz de bilsek... ayrıca teşekkürler hatırlatma için benim dikkattimden kaçmış ödev.


Re: Bodur Minarenin Ötesinden

Eren the dialog writer... herkesde aynı etkiyi bırakmış olması ne güzel... bende okurken ne kadar sahici dedim kendi kendime ...
Sonra çay kaşığını koymakla çiçeklenen ve kırılan bir anlatım. Eren e şapka çıkartıyorum.
Gelgelelim ben Yusuf un öyküsünden bağımsız okudum bu iki güzel örneği zira ben tembelek ve de işkelek anca gelebildim ortama ve o öykü de kalkıp gitmişti o sıra Sinirli :oops:
Ama yine de okula gitmeye karar verdim kısmı hah bunu da söylemeliydim söyleyiverdim aceleciğiliğinde geldi bendenize de...

Elif Abla senin gözünde ne var ben ordan öpecem. Bağımsız olduğu için ödevin asıl amacını değerlendirmem zayıf olacaktır. Fakat eşiyle bunalmış ve serseri aşkına uzaktan üstü örtülü arzu duyan, heyecanlanan, gözsel bir aşk yaşayan bir kadın bu kadar mı güzel anlatılır. Kadın duyarlılığı dedikleri sende mevlanın hediyesi midir nedir?
KISKANÇ olma işareti var mı şu smileyler de...
Islık
Birde yolu tasvir edişin sokağı ortamı gözümde o kadar net canlandı ki Ihlamurlar Altında dizisindeki sokaklarda gibi oldum keza bir Türk dizisi olarak fotoğrafik çizim ve şiirsel anlatımı ile ayrı bir yere koyduğumdan ve derslerimle bağlantılandırdığımdan dolayı canlı bir imgedir kafamda...

Flowers
Biri bir zahmet mesela Acar Barış abisi bana Yusuf un öyküsünü de mail atar mı ki...? daha bir detaylı okusam o zaman karşılaştırma şansım olsa ödevi...
Confused Islık


Re: Bodur Minarenin Ötesinden

Nurten Öztürk şöyle yazmış:

""
"Kestane kebap acele cevap!"

Barış Acar da şöyle:

""
"Öncelikle Nurten öyküyü mutlaka bitirmeli. Keza Atılgan'ın ruhuna uygun olmakla kalmamış, Evdeki öyküsünün o cansız kadın ruh halini yeni bir boyuta taşımış öykü. Artık kadın eylenen biri olarak değil, eyleyen biri olarak yaşıyor bunaltısını. Bunu çok sevdim. Gözlemlerindeki keskinlik, dikkatini yoğunlaştırması, eylemlerinin yönünü kesin olarak tayin etmesi öykü kişisini Atılgan'ın erkeklerine taş çıkarttıracak kadar güçlendiriyor."

Sonra Barış bi de şöyle yazmış:

""
"Akşam dönerken bilerek kaçırdım dolmuşu,sabah da. Yarın da kaçırırım. Belki öbür gün de… Kaçırmasam ne olacak ki? Onunla evlenip mutlu mesut bir yuva mı kuracağız? Belki bir yuva kurarız. Dolmuşun arkasına “mutluyuz” yada “evleniyoruz” diye yazarız. Şöyle bir dolaşırız mahallede. Birkaç gün yada birkaç ay merakla bekleriz akşamları, Ben onun nasıl uyuduğunu merak ederim, sabah kalktığında alacağı gürbüz hali. Çalışmam artık, o istemez çalışmamı. Akşama kadar onu beklerim, yemek yaparım, bulaşık,çamaşır, haftasonu akraba ziyaretleri; gitmeler,gelmeler. Onun akrabaları önceleri istemez beni, -kimbilir niye ayrılmış kocasından, gencecik oğlanı aldı- sonar alışırlar. Öğretmen oluşum hoşlarına gider, çocuklarının ödevlerini sorarlar, dertlerini anlatırlar.Sonra da çocuk yaparız benim yaşım geçmeden, olsun diye acele ederiz.Hem gittikçe suskunlaşan eve neşe olur, diye. Sonra ne olur bilmiyorum; ama artık o, şikayet etmeye başlar, ben, der, bana, der. Bir kap yemek, iki gülen göz yeter der, bunu çok görme bana,der. Ben? Bana neyin yeteceği kimsenin konusu olmaz, benim bile. belki bu yüzden istesem de gülümseyemem. Gitmek isterim.

Bence bu kısım Nurten'in öyküyü yarıda bırakmasına sebep olmuş. Öykü kişisi böyle yapmayacak, kendi kendini böylesi bir çıkmaza sürüklemeyecek kadar akıllı ve iyi bir gözlemci. Bir çıkış yolu arayacak, abisinden, onun karısından, bir türlü peşini bırakmayan annesinin hayaletinden, dolmuş şoförünün nasırlı parmaklarından. Kestirme bir yola sapıp kafasında getirmeyecek öykünün sonunu, sonuna kadar sürdürecek."

Tüm bu yazışmaları toplamamın nedeni bir sonuca varalım diyedir. Sakın başka türlü algılanmasın: Kimseyi tembellikle filan itham etmemekteyimdir.

Gelinen noktaya bakıldığında derlemiş olduğum bu yazışmaların en başındaki cümlenin işlevini sorgulama gerekliliği hasıl olmuştur: Acaba, Nurten Öztürk neden yazmış:

"Kestane kebap acele cevap!"


Re: Bodur Minarenin Ötesinden

"Kestane kebap acele cevap" eskiden, bundan 20-.. evvel asker mektuplarının bilinen son cümlesi idi. Niye mi? O vakitler, hayat bu kadar hızlı değil idi.. Bir mektup yollayınca, yolcu gönderir gibi ardından bakılıyor, sağsalim gitmesi temenni ediliyor idi. Mektup, merak,sevgi,özlem,muhabbet...ve bilmediğimiz pek çok haber taşıyor idi,. Yükte hafif pahada ağır idi, anlayacağınız, postaya çıkan her mektup, o zamanlar. Mektubun bir tek içindekiler değil kendi de çoğu zaman bir haber idi, cevap gelirse giden alınmış demekti. Bütün bu nedenlerden dolayıdır ki: her gönderen, bir an önce cevap isterdi, sevgilinin, sevdiğinin dokunduğu kağıda bir an evvel dokunmak, memlekette olup bitenlerden bir an evvel haberdar olmak... Bu arzu, cevabı hızlandırmak için artık bir parola olmuş "kestane kebap acele cevap"ı yazdırırdı."Kestane kebap" buraya nasıl bir anlam katıyor bilmiyorum ama kafiye olsun diye söylenmiş olabilir. Ben de unutulmaya yüz tutmuş bu tekerlemeyi kullanarak "acele edin" demeye getirdim. Mektubumu okuyun, bir cevap yazın. sorularımı cevapsız komayın.
Bu niye soruluyo, ben de onu annamadım?
Hassaten ...


Re: Bodur Minarenin Ötesinden

Ondan sebep "kestane kebap acele cevap" yazılmış. Tamam, anladım. Bundan böyle her metnin altına bu notu mu düşcez?


Re: Bodur Minarenin Ötesinden

Sanırım, "Hadi cevap aldın; senin cevabın nerede, nerede öykünün devamı?" demeye getiriyor Elif... Islık


Re: Bodur Minarenin Ötesinden

Ah, Barış, sonuna kadar inkâr taktiği bu. Edebiyattan, söz sanatlarından da yararlanıldığını düşünüyorum. Tecahül-i arif bence. Olsun. Söz sanatlarından nasıl yararlanacağımızı göstermesi açısından değerli bir örnek olduğunu düşünüyorum Öztürk'ün yazdıklarının.


Re: Bodur Minarenin Ötesinden

Öykümü tamamladım, ödevimi yaptım. saygılarımla .

Son Durak
İskeleden denize doğru yürürken nedense kasabadaki demiryolu geliyor aklıma. Sonra uçsuz bucaksızlık… Raylar dağın eteğinden çıkıp ovanın ortasında uzuyor, uzadıkça daralıyor yerle göğün birleştiği bir noktada kayboluyordu. İskele dağın eteğinden denize uzanıyor, sonra kesilmiş gibi, birden sona eriyor. Akşamları eve dönüşte, rayların üzerinden karşıya geçerken, tam da tren yaklaşmışken, ayağım demirlerin arasına sıkışsın istiyordum; o gittiği için değil, gitmeden önce de bunu sık sık istedim. Ayağımda topuklu ayakkabılar varken ayaklarımı aralara soka soka yürüyor, kendime bahaneler uydurarak rayların üzerinde yolumu uzatıyordum. Sıkışsa da ayağımı çıkarıp kaçamasam. Yada o tuhaf sesi -“guuk” mu diyor, “düüüt” mü?- duymasam, yavaşça yürürken, çantamı karıştırırken, yere düşen tokamı ararken, gelip arkadan çarpıverse tren. Ama şimdi ayağım takılır, tökezlerim diye korkuyorum. Deniz olmaz, korkarım karanlık derinlikten. Belki bir kere suya girip yüzmüş, azıcık dalmış olsaydım, belki…
Kaza olsa kimse fazlaca üzülmez diye düşünüyordum, her şey daha kolay olurdu. Gerçi kim üzülürdü ki? Geldiğimden bu yana sadece ilk gün gözlerime merakla bakarak kocamı soran, ondan beri bir kez olsun konuşurken yüzüme bakmamış olan, benimle ilgili çok önemli bir sırrı varmış da benimle konuşamıyormuş gibi duran ağabeyim mi? Yoksa iri, memelerini hoplata hoplata dolaşıp ağabeyimin sevdiği yemekleri yaparken, bulaşığı köpürte köpürte yıkarken, kolundan çok kıçını sallayarak toz alırken, “ Kadın olsaydın da kocana sahip çıksaydın” a getirerek, bana kadın olmanın inceliklerini anlatmaya çalışan, geldiğimin üçüncü gününden bu yana ütü yapmaktan soğumuş, her ütü yapışımda bir kucak çamaşırı “Sana zahmet.” diyerek önüme yığan yengem mi? Gene de kaza olsa daha iyiydi. Diğer türlü, annem hayattaysa üzülürdü, üzülür müydü? Mutlaka üzülürdü, Üzüleceğine göre, hatırlamadığım zamanlarda beni kucağına yatırıp sevmiş olmalı. Saçlarımı örerken, beni sık sık saçlarımdan öpüp “Büyüdüğünde kızımı zengine değil, sevdiğine vereceğim, gitsin gönlünce yaşasın, aşkı nerede bulursa oraya gitsin, nasıl isterse öyle yaşasın.” demiş olmalı. Öyle demeli. Adı da “ Huriser” olmalı, duyduğumdan beri unutamadım: Huriser! Tam anne adı.
Vapurlar ne tuhaf düdük çalıyor, ergen martılar gibi. Martılar ergen oluyor mu? Olsa bence böyle bağırır erkek ergen martılar: cırlak cırlak, saldırgan, buyurgan. İnsanın dikkatini dağıtıyor, kendisiyle baş başa kalmasını engelliyor.
Dolmuşuna ilk binişimdi. İki haftadır hep yaptığım gibi, olumlu bir sonucu olmayacağını bildiğim, olmasını da pek istemediğim iş görüşmelerimden birine gidiyordum. Evden her çıkışımda değil, ama çoğu zaman gidiyordum. Bu görüşmelerden, yalnızca, içimi üşüten sivri topuklar; jilet ütü siyah pantolonlar; iri, parıltılı kemerler ile “döncez size” leri hatırlıyorum, net bir yüz, net bir cümle yok aklımda. Belki çok uygun iş çıkarsa girer bir süre çalışı-rım.Uygun iş bulunur mu? Uygun iş? Bulunur belki. O kadar çok beklemiştim ki sıkılmıştım durakta, bu defa binmeliyim deyip, iki elimi sallayarak acil bir biçimde gelen dolmuşun önüne atmıştım kendimi, işe yaramıştı.Gülümseyerek durmuştu. Bir deliyi idare eder gibi gülümsemişti, tatlı bir deliyi. Gülümseyişinde bir başkalık vardı, bir derinlik… içime işlemişti. İnerken plakasına bakmış aklıma yazmıştım. O da arkamdan mı bakmıştı ne, sanki plakayı iyice göreyim diye de yavaştan almıştı. Yazmıştım aklıma. Aynaya bakarak içimden, tamam, demiştim, tamam hızlanabilirsin. Hızlanmıştı. Kaybolana kadar arkasından baktım, beni aynadan gördüğünü biliyordum.
Yengem fısıltılı iken bile gürültülü sesiyle ağabeyime ne diyordu ” Ne yaptığı belli değil, gül gibi işi bıraktı geldi; neymiş, sıkılmış o işten, oralardan. Aklı bir karış havada ayol! Tövbe iş arıyorsa… ” Ağabeyim sessiz. Yeğenim soruyor: Hala, sen her gün iş bakmaya mı gidiyon!
Gelişimin üçüncü haftasında daha ilk görüşümde bir dolmuşçunun plakasını almış duraklarda onu takip ediyordum. Erkenden çıkıp, bazen üç-dört durak ileri yürüyor, dakikalarca, hatta saatlerce bekliyordum. Dolu geliyordu bazen, tıklım tıklım. Olmadı bir durak daha ileri yürüyor ama biniyordum. Geçerken beni gördüğü oluyor muydu? Kulağımda hep o şarkı, ikinci binişimdi, dinlediğimi fark edince sesini açmıştı: Hey heeeeeeyy … heey,heyheeey! Gamzedeyim deva bulmam, garibim bir yuva bulmam
Sabahın sekiziydi. Bir önceki gibi durağın biraz gerisinde durup onu kolladım, plakayı görünce fırladım. Sabahın sıkışıklığında nasıl olduysa oturabildim, hem de en öne, itile itile gidip düşüverdim koltuğa. Parayı uzatırken, eline değil de yüzüne baktım bu defa, cesaretimden değil, şaşkınlığımdan. O hiç bakmadı benden yana. Uzun kaşları, traşlı yüzü, giyimi, uzağa bakan gözleri diğer dolmuş şoförlerine benzemiyor. Bozuklukları başparmağıyla eline yayarken “ Neresi” dedi. “Neresi hanfendi” yada “Neresi abla” değil, “Neresi?” Artık beni tanıyor, üstelik yüzüme bakamıyor. -Birbirimizden gizlediğimiz bu tanışıklık, nedense, ikimizi de tedirgin ediyor gibi.- Bir an duraksadım, neresiydi? Evden çıkarken çoğu zaman elime tutuşturduğum adres kağıdına, iyice buruşmuş olan kağıda öylesine göz atıp, aceleyle, son durak, dedim. Yol boyu dalmış gibi yapıp onu inceledim. Ayakkabı zevki güzel, belli yeni almış, güzel bir kahverengi; kadife. İyi, diyorum içimden ayakkabı zevki güzel. Bir erkeğin ayakkabısı pis ve zevksizse ondan uzak durmalı. Pantolonu kot, üstünde, yeşil gri tonları olan kareli, keten bir gömlek. Elleri ince, uzun; ama kadın eli gibi değil, etsiz, damarlı. İçi kuruluktan kavlamış, derisi pul pul beyaz. Belli ki hiç krem sürmemiş. Vitesi elinin içiyle ileri iterken parmak bitimindeki nasırları iyice ortaya çıkıyor, sarı sarı. Elindeki çizgiler derin, keskin. Çıplak sarp kayalıkları andırıyor elinin içi, tutmak istesen tutamazsın sanki, kayıverir elinden. Ama yüzünde yok öyle derin çizgiler. Vites değiştirmediği zamanlar elini yana sarkıtıyor. Öyle boş. Avuç içi bana dönük. Ben de sarkıtsam mı elimi acaba? İnerken, iyi günler, dedim, cevap vermedi mi, ben mi duymadım?
iki gün sonraydı. Bu defa öncekilerin aksine durağın arkasında saklanmadım, kuyruğun en önündeydim. Önümde durur durmaz, heyecan birden hücum etti bedenime. Beceriksizce, tökezleyerek çıktım üç merdiveni. Önce aceleyle öne , sonra, aynı aceleyle arkaya yürüdüm, bir yandan çantamda bozuk para arıyor bir yandan da etrafımdakilerden yerli yersiz özür diliyordum. Ufak bir frenle elimdekiler yere saçıldı. Dökülenleri toplarken, o aynadan bakıyor olmalı. Yüzüm kıpkırmızı, her yanım ter içinde, nihayet topladım her şeyi, ben de toparlandım, toparlanır toparlanmaz da çabucak indim. Bu fren gelinmeyen iki günün hesabı mıydı, ne? İnerken ondan yana bakmadım. Kızdığımı bilsin, bir daha böyle şeyler yapmasın. İndikten sonra arkasından da bakmadım, ta beni fark edemeyeceği kadar uzaklaşana kadar.
Akşam dönerken bilerek kaçırdım dolmuşu, sabah da. Yarın da kaçırırım. Belki öbür gün de… Merak etsin.
Kaçırmasam ne olacak ki? Onunla evlenip mutlu bir “yuva” mı kuracağız? Dolmuşun arkasına “mutluyuz” yada “evleniyoruz” diye yazarız. Şöyle bir dolaşırız mahallede. Birkaç gün yada birkaç ay merakla bekleriz akşamları, Ben onun nasıl uyuduğunu merak ederim, sabah kalktığında alacağı gürbüz hali. Çalışmam artık, o istemez çalışmamı. Akşama kadar onu beklerim, yemek yaparım, bulaşık, çamaşır, hafta sonu akraba ziyaretleri; gitmeler, gelmeler. Onun akrabaları önceleri istemez beni, -kim bilir niye ayrılmış kocasından, gencecik oğlanı aldı- sonar alışırlar. Öğretmen oluşum hoşlarına gider, çocuklarının ödevlerini sorar, dertlerini anlatırlar. Sonra da çocuk yaparız benim yaşım geçmeden olsun diye acele ederiz. Hem gittikçe suskunlaşan eve neşe olur, diye. Sonra ne olur bilmiyorum; ama artık o, şikayet etmeye başlar, ben, der, bana, der… bir kap yemek, iki gülen göz yeter der, bunu çok görme bana, der. Ben? Bana neyin yeteceği kimsenin konusu olmaz, benim bile. Belki bu yüzden istesem de gülümseyemem. Gitmek isterim.
Durağa gitmedim. Son durağa uğrayıp not bırakmak istedim ama, sonra vazgeçtim. Ne yazacağım ki? Belki: “Ben gidiyorum, burada ve seninle yapamayacağım, ta, şu bodur minarenin ucunda görünen tepenin ardına gidiyorum.” demeliydim, demedim. Notu veremeyeceğimden korktum, gitmedim son durağa.
En yakın zamanda, yani yarın, odam ütülenecek çamaşırlarla dolu iken çıkıp kapıyı kapayacağım.Yenileriyle beraber arkamda bırakacağım “ Var mı bir sonuç” sorularına yanıt verme zorunluluğumun artık olmayacağı fikri ruhumu okşuyor.


Re: Bodur Minarenin Ötesinden

Kadının bir hayal kurup sonra kendi hayalinde bile kendine tutsaklıklar, mutsuzluklar, doyumsuzluklar kurgulaması öykü kişisinin ruh durumunu güzel ele veriyor doğrusu, ellerine sağlık nurtenöztürk. Smile


Re: Bodur Minarenin Ötesinden

Uzun zaman bekledik, sert bir final geldi. Her şey daha güzel bitsin isterdim ben (Öyküde yapısal bir sorun bulamadığım için ne isterdimlere geçiyorum artık, kusura bakılmasın Smile ). Gerçi bir Atılgan öyküsünde her şeyin güzel bitmesini istemek ne demekse?

Ellerin dert görmesin Nurten. Okurken şöyle de bir duyguyu sürükledim satırlar boyunca: Aa, bu Atılgan'ın öyküsünde değil miydi, yok yok işte bu Atılgan'ın öyküsündendi; senin çalışmanla Atılgan o kadar iç içe girmişler ki, Bodur Minareden Öte'de yayımlananın hangisi olduğunu bile karıştırmışım ben. Daha ne diyeyim... Alkış


Re: Bodur Minarenin Ötesinden

Nurten ve Barış, öncelikle bayat bir çalışmayı, taze bir heyecanla okuyup görüşlerinizi, yüreklendirmelerinizi ilettiğiniz için içten teşekkürler. Aslında öykü ile ilgili benim de yorumlarım var, ama başka yorum yapacak arkadaş varsa, öyküyü yazmış kişi olarak,önünü kesmiş olmayayım diye sonraya bırakıyorum. Sizin de aklınız, elleriniz dert görmesin!


Re: Bodur Minarenin Ötesinden

Nurten'in ellerine sağlık. Barış'ın dediği gibi sert bir final olmuş. Öykü kişisinin duygulanımlarını, gördüğü şeyi yorumlayışını, şeye bakışını öyle bir işlemiş ki, öyküyü Yusuf Atılgan'ın kendisi mi yazmış, Nurten Öztürk mü yazmış anlamak zor.