UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Bodur Minareden Öte

06 Tem 2008
Barış Acar

Bütün Öyküleri
YKY
2000
s. 70-80
Öykünün indirilebileceği son tarih: 12 Ağustos 2008 (Öykü tüm kullanıcılar tarafından indirilmediği için son indirilme tarihi değiştirilmiştir.)

İndirmek için tıklayın:
Bu oyku forumdan kaldirilmistir (Bkz: Forum İşleyişi).

Kategori:

Re: Bodur Minareden Öte

Yeni öyküü...


Re: Bodur Minareden Öte

Bodur Mirare'yi az önce yeniden okudum. Ne çok şey var üzerine söyleyecek.
Susmalı bir müddet.


Re: Bodur Minareden Öte

Yusuf Atılgan’ın öykülerini hep bir sıkıntıyla okuyorum. “Bireyin açmazları” diye tanımlamış Abdullah. Atılgan’ın öykü kişileri hiçbir şeye dokunmuyor, hiçbir şey yapmıyor, denemiyor bile. Sanki yokmuş gibiler. Bu son öyküde anlatıcının dediği gibi, öykü kişileri “her şey kendiliğinden olsun istiyorlar.” Başkası, başkaları bir şeyler yapsın.

Bu öyküye gelince, anlatmak isteyip de beceremediğim kimi duygu yoğunluklarını, daha doğrusu, hissedilen bu duyguların anlatıldığı cümleleri hayranlıkla ve de kıskançlıkla okudum. Bahsi geçen kişi ya da kişilerce, her şeyin aslında sadece onları bir araya getirmek için oradalarmış gibi algılandığı, öyle hissedildiği o anı, duyguyu… anlatan cümleleri:

""
“Vapuru yapan işçiler, yüzdürenler, onu iskeleye bağlayan kırmızı burunlu adam, ekmeğimizi pişiren fırıncı, ağabeyim, herkes biz olalım diye vardılar. Bizim için elbirliğiyle bu kısa yolculukları hazırlıyorlardı.”
Duygunun belki de en hastalıklı evresi, içinde hiç aşk sözcüğü geçmeden nasıl güzel anlatılmış diye düşündüm.

""
“Dün gece bırakmış gitmiş”

Öykü kişisinin ne hissettiğini kestiremiyorum. Karısının adını dört yıl önce unuttuğunu biliyorum sadece. Onun gitmesini umursamadığı anlamını çıkarıyorum. O zaman neden dört yıl karısının çekip gitmesini beklemiş, neden bunu yapan kendisi olmamış. Karısı çekip gitmeseydi öykü kişisi bilmem daha kaç dört yıl, adını unuttuğu kadının yanında yatıp zeminin kaydığı hissine kapıldıkça o kadının kıllarına asılmaya devam mı edecekti?

""
“Şefimiz Salâhaddin Bey”

Bu ad beş ya da altı kez geçiyor öyküde. Ne öykü kişisinin, ne karısının, ne ağabeysinin, ne çekik gözlü kızın adlarını bilmiyoruz. Dairedeki “bir yazıcı kız” dan söz ediyor onun da ismi yok. Ama şefinin ve onun karısı “Huriser” hanımın adını öğreniyoruz. Nedir acep bunun nedeni diye düşündüm bir anlam veremedim.

""
“Masanın üst gözünü çektim, çakımı alıp cebime koydum.”

Bu çakının öykünün başka bir yerinde bahsi geçmiyor. O zaman neden bu ayrıntı diye sordum kendime, bir cevap veremedim.

""
“Akşamdan kalma biber dolması…. Beş yıllık yaşamımızın özeti gibiydi bu yemek.”
Müthiş güzel bir benzetme diye düşündüm.

""
“Kimseyle konuşmazdım,”

“Suyun sürekli yalamasına direnen eski gazinonun kalın, yosun tutmuş ayaklarının, kıyıdaki yeşilimsi taşların dayanma güçlerine şaşıyordum.”

Burada bir benzetme yapıldığı muhakkak. Bize insanların örselenmesi, aşınmasına dair bir şeyler anlatmak istiyor ama ben öykü kişisinin örselendiğini, bi’şeylerin onu törpülediğine dair bir izlenim edinemedim. Bir intihar kararı alıyor gibi ama öykü kişisi gayet de sağlam duruyor.

""
“Artık yeniden vardım.”

Hadi oradan, korkak diyesim geldi.


Re: Bodur Minareden Öte

""
Bu çakının öykünün başka bir yerinde bahsi geçmiyor. O zaman neden bu ayrıntı diye sordum kendime, bir cevap veremedim.

Sanirim bu cumle, oyku kisisinin isten ayrilmasini ifade etmek uzere yazilmis. Isyerindeki tek ozel esyasinin (isyeriyle tek baginin) bir caki oldugunu anliyoruz sanirim. Acik cakinin iki yani keskin bicagi belirdi gozumun onunde. "O caki cekmeceden ciktiysa oykunun bir yerinde kan dokulmeli," diye dusundum. Belli ki yazar bunu dusundurmek icin koymus o cakiyi cekmeceye. Cakinin dokecegi kandan ne olacaksa artik...

Surekli "yarin" diyerek erteledigi intiharini, bu intiharin nedenlerini anladigimizdan kuskum var biraz. Yasamanin nedensizliginden baska bir gerekce yok gibi sanki. Oysa eger yasamak nedensizse olmek de nedensizdir. Biraz da bundan onun vapurda dort yil once unuttugu adi yeniden hatirlamasini biraz garipsedim sanirim.

Sevdim bu oykuyu, ama sanirim daha guclu bir sonla bitse daha cok severdim. Ne var ki o guclu sonun ne olabilecegini bulamiyorum bir turlu. Kizin gonderdigi notta "Sapik misin, birak pesimi" yazsa cok beylik olurdu diye dusunuyorum. O not bir bulusma icin yer ve zaman bildirse oyku Yusuf Atilgan oykusu olmaktan cikardi gibime geliyor. O sonu bulamiyorum bir turlu. Oysa bence bu oyku baska turlu bitmeliydi. Ne dersiniz?


Re: Bodur Minareden Öte

Bu hikayedeki bodur minarenin adamin cinsel iktidarsizligiyla bir ilgisi oldugunu dusundum hep okurken. Ama, "Evet, gercekten de oyle", diyebilecegim acik bir gondermeye de rastlamadim. Belki de adamin bir turlu kadina yaklasacak iradeyi gosterememesi anlaminda bir iktidarsizligin sembolu o minarenin bodurlugu, yani aslinda bastan biliyoruz bu isin olmayacagini. Bilmem... Confused

""
Cokeceginden korkularak yiktirilan bir eski yapidan arda kalmis kalin tahtalardan yapildigini sandigim, ustune bir kumru kanadinin golgesi dusmus de yapisik kalmiscasina koyu kursun rengine boyali bir bodur minare...

Arrow Bir de bu oykuyu temel aldigimiz atolye calismasina link vermek yararli olabilir: Bodur Minarenin Otesinden.


Re: Bodur Minareden Öte

elif cinar dedi ki:
""
“Şefimiz Salâhaddin Bey”

Bu ad beş ya da altı kez geçiyor öyküde. Ne öykü kişisinin, ne karısının, ne ağabeysinin, ne çekik gözlü kızın adlarını bilmiyoruz. Dairedeki “bir yazıcı kız” dan söz ediyor onun da ismi yok. Ama şefinin ve onun karısı “Huriser” hanımın adını öğreniyoruz. Nedir acep bunun nedeni diye düşündüm bir anlam veremedim.

Tespiti kendim yapamamis olsam da bu soru uzerine biraz dusundum. Cikarabildiklerimi aktariyorum...

Salah el-Din: Dinin iyiligi, barisi anlamina gelen ve dinine bagli kimse anlamiyla erkek cocuklara verilen isim.
salah: düzelme, iyileşme, iyilik. (kaynak)
salah bulmak: düzelmek, iyileşmek, onmak. (kaynak)
Huriser: Bas huri

Salahaddin Bey'in fiziksel durumundaki degisimler, oyku kisisinin ruh halinin yansimasi gibi. Salahaddin Bey'in esnerken (varolana alismis olmaktan, miskinlikten, aliskanliktan, uyku haline yaklasmak) cenesinin dusmesi kahramanin da esinden sogumasina, bir kendisi icin bir aliskanliktan baska bir anlami olmayan iliskiyi surdurmek konusunda tereddute dusmesine sebep olur. Benzer bicimde Salahaddin Bey'in olumu (fiziksel varliginin ortadan kalkmasi) esinin evden gitmesiyle kosut gerceklesir. Yine de esi cekip gitmese kahraman gidemeyecek gibidir. Cogu Yusuf Atilgan kahramani gibi kurtulusun disaridan gelmesini bekleyen bir hali vardir onun da. Bu nedenle esinin gitmesi, giderken de kendisine buyuk kazik atip biriktirdikleri paralari almasi rahatlatir onu. Bu ayriligin yuku esinin omuzlarindadir. Hem istedigi olmus hem de bundan dolayi hicbir sorumluluk almak sorunda kalmamistir. Salahaddin Bey'in cenesinin bile dayanamadigina bizim kahramanimiz, esi de razi olsa sanki yillarca dayanacak gibidir.

Huriser'inse kahramana kendi annesini animsattigini saniyorum. Ancak bunun bana animsattigi tek sey Oedipus kompleksi. Metinde bu yorumu desteklemek icin yeterli ipucu olup olmadigini soyleyebilecek durumda degilim ne yazik ki.

""

Gittim yatak odamizdaki bir baska dolabin kapagini actim.

Neden "bir baska dolap"? Eger "ben anlatici" olmasa garip gelmeyecek bu soyleyis: Gitti, yatak odasindaki bir baska dolabin kapagini acti. Ama "ben anlatici" soyleyince o dolabin bir adi olmaliymis gibi hissediyorum. Ceviz dolap, kucuk dolap, eski dolap, rafli dolap, yuksek dolap olabilir. O evde yasayanlarin zaman (bes yil) icinde ona verdikleri ve bir seyin yerini tarif ederken kullandiklari bir ad olmali. Dolabin adinin "bir baska dolap" olmasinin oykudeki bir yabancilasma etkisi olarak gormenin de asiri yorum olacagi kanaatindeyim.

Atolye icin yeniden okurken su ifadeyi onceki okuyusumda okuyup gecmis olduguma sasirdim:

""
Para biriktirerek aldigimiz, kizil ustune ak cicekli minderleriyle parlatilmis cevizden alti koltugun yerine oyma cevizden, yaylari kadife kapli alti koltuk almak icin para biriktiriyorduk.


Re: Bodur Minareden Öte

Nedense hep bir şeyler yazdım gibi gelmekteydi bu öykü için. Geçen elif hatırlattı; yazmamışım.

eren didik didik etmiş öyküyü. Başkasına edecek söz kalmamış nerdeyse.

""
Surekli "yarin" diyerek erteledigi intiharini, bu intiharin nedenlerini anladigimizdan kuskum var biraz. Yasamanin nedensizliginden baska bir gerekce yok gibi sanki. Oysa eger yasamak nedensizse olmek de nedensizdir. Biraz da bundan onun vapurda dort yil once unuttugu adi yeniden hatirlamasini biraz garipsedim sanirim.

Öyküdeki intihar olgusu ve "yabancı"lığın Camusvari bir yorumuna girişiyor eren, "ölmek de nedensizdir" diyerek. Yerinde bir saptama ama Can Yücel'in Açık Oturum'da yaptığı açıklama çok güzel cevaplıyor bu sorunu. Atılgan'ın tipleri birer "yabancı" değiller; özgür bir bireyin anlamsızlıktan bunalmışlığı/ "bunaltı"sı yok onlarda, daha çok ruhsal erginliğini tamamlayamadığı için bir türlü özgür olamayan tiplerin "can sıkıntısı" söz konusu olan.

Bir de şu karısının ismini unutması ve ansızın anımsaması olayının üzerinde yeteri kadar durmadık diye düşünüyorum. Neden böyle bir ayrıntı var öyküde? Karısının adı (yanlış anımsamıyorsam "herkesin bildiği adı değil" diyor bir yerde) nasıl bir imge?


Re: Bodur Minareden Öte

Arada okumayı atladığım bir iki öyküsü olacak Atılgan'nın.
Okuduklarım içinde ifadesini en güçlü bulduğum öykü bu oldu.

Köy - kasaba insanını anlattığı ya da onlardan bahsettiği öykülerini okurken sanki bu konuları ve bu insanları zoraki yazıyormuş gibi gelmişti. Hatta hikayede sözü geçen kişileri uzaktan uzağa küçümsüyor onları ve koşulları pek de iyi anlamıyor, anlasa dahi onlara içlerinde bulundukları durumdan dolayı anlayış göstermiyor yargılıyordu. İfadeleri bu sebeple yüzeysel iyi tanımlanamamış duygusu yaratıyordu üstümde.

Ancak Bodur Minereden Öte öyküsündeki aylak, dipdiri, kanlı canlı geldi bana. Gerçi varoluşuna bakıldığında onun için kanlı canlı demek illa itilmiş ve silik biri olmaya neredeyse kendini zolamasıyla çelişti ama neyse.

Karısının evden tamamen gittiğini anladığında yüzünde beliriveren rahatlamayı, tüm kaslarıyla gevşeyişini görür gibi oldum; bu ruh halini hiç yadırgamadım. İş arar gibi yapışı, akşam yemeklerinde apaçık hissettirilmeye şalışılan istenmeme durumlarından belki de gizli bir zevk alabileceğini, daha öykünün ilk paragrafında anlatılanlarla paralellik içinde buldum.
Biletçiye ayağını bastırtması, yoldan gelip geçene, hem de bir vücut gibi birlikte maç izlemeye gidenlere kendini iteletip kakalatmasını, bir yerde "yeter beee artık" diyecek kadar doldurmaya çalışıyor diye düşünmüştüm. Belki böylece kendini güçlü hissettirecek o ilk hamleyi yapardı.

""
artık bağırmasalarda olur. Tamamım, gidip elini tutamam.

cümlesini okuduğumda yılgın kişinin içinde büyümesini istemesinin tüm çıkmazlarda ve sorunlarda suçu diğerine atabilmesinin tek yolu olduğunu anladım.

Öyle ya, evini işini bırakıp abisinin yanına gelen ve burada iş arayacağım diye evden çıkıp aylaklık yapan kendisi değil akşam yemeklerinde ona yemeğin kötü tarafını veren boyalı yengenin anası ve buna göz yuman ağabeyi suçluydu.
Merak ediyorum acaba kızı yıllarca işten eve takip etseydi, bir gün kızın elini tutar mıydı? (Kız onun değil o kızın elini tutar mıydı?) ya da bir gün o evin kapısını çarpar mıydı, yoksa ağabey ya da eşi mi onu o evden atardı?


Re: Bodur Minareden Öte

Neden atılgan bu öyküde daha başarılı? diye sorduğumda kendime, şu cevabı buluyorum;
sanki bu kahraman daha tanıdık Atılgan için, sanki bu kahramanın durumunu daha bi yakından görebiliyor ya da onu anlıyor ve belki de tercihsizliğini onaylıyor.
bu sebeple de bizimde onu anlamamızı sağlayabiliyor.(okuyucunun öykü kişisini onaylamasını sağlayabilmekten bahsetmiyorum burada. Sadece kahramanı inandırıcı bulmamızı sağlıyor demek istiyorum)
Diğer öykülerde olduğu gibi onların yerine konuşmuyor da onu konuşturabiliyor.


Re: Bodur Minareden Öte

Ilk atolye odevimizin bu oyku uzerine oldugunu da buraya not etmek istiyorum: "Bodur Minarenin Otesinden" Keske her oyku icin bir odev hazirlayacak kadar zamanimiz olsa da oyle derinlemesine incelesek karakterleri, mekanlari, olaylari...