UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Bir Ziyaretin Tasviri

06 Mar 2011
elif cinar

Taksim Meydanı'nı geçip Cumhuriyet Caddesi'nin başında durdu. Tezer Özlü'nün sözünü ettiği, çayları çoğu zaman bayat, masaları her daim dolu olan Cafe Boulevard'in yerini tayinlemeye çalıştı. Müdavimlerin kahve önünden kırk elli metre ötedeki postaneye taşan kalabalığını, onların park duvarlarına, kahvenin çatısına dikilen, oturan, yere serilen görüntülerini tasavvur etti. Sadece postane yerinde duruyor olmalı dedi kendi kendine. Kahvenin tarif edildiği yerdeki mc donalds'la simit sarayının önünde oturan kalabalığa göz gezdirdi bir süre. Bu kalabalık çatıda, çimenlerin üzerinde oturmaz, gider daha iyi ağırlandığı, garsonlarını azarlayabileceği bir yere verir parasını diye geçirdi içinden. İstiklâl'e gitmek için geri döndü.
Onlarca, yüzlerce, binlerce insanın aktığı meydanı geçti. 70'lerde daha mı uyumlu akardı ki bu insan seli diye düşündü, daha kibar, daha incelikli... yoksa hep böyle dürte çarpa mı geçerdi birbirinin yanından. Aceleci otomobillerin, taksilerin, otobüslerin arasından aceleci adımlarla zar zor geçip İstiklâl'e girdi. İstanbul’un kandırıkçı sokağı, dedi.
Yüzü sivilceli bir gencin giyim mağazası önünde sigara içtiğini görünce onun orada çalışan bir işçi, moda deyimiyle, reyon sorumlusu olduğuna hükmetti. Üşür gibi, omuzlarını kaldırıp boynunu kaplumbağa gibi içeri çekmeye çalıştığı halde hem, serin havaya rağmen üzerinde sadece gömlek, hem, sigara içişinde bir telaş vardı. Sigarayı bir an önce bitirip işinin başına dönmesi gerekiyor olmalı dedi. Gencin mağazaya ilk geldiği günü, vitrindeki “bizimle çalışmak istermisiniz?” ilânını görüp içeri girişini kurguladı. Ayaklarından birini yere tam basmadan, elini arka cebine sokup diğer eliyle arkada kalan küçük ilânı işaret ederek mağaza sorumlusuna ilân için geldiğini söylemiştir diye düşündü. Mağaza müdürünün bakışının yarattığı gerginlikten kurtulmak için elini arka cebinden çıkarmış, o bir kaç saniye içinde kâh kaşını ya da saçını düzeltmiş, kâh burnunu ya da çenesini kaşımıştır. Öfff deyip yılgın, bezgin bir nefes boşalttı ciğerlerinden. Düşünecek, kuracak başka şey bulamadın bu kadar sıkıntının arasında diye söylendi kendi kenide. Yine de mağaza müdürü beliriverdi kafasında. Çok zayıf, çok makyajlı, çok iyi tepeden bakabilen, çok İstanbullu mağaza müdürü, gencin kılığını tepeden tırnağa şöyle bir süzmüş, deneyimi olup olmadığını sormuştur. Çalışma saatleri, koşulları hakkında, mekanik bir ses tonuyla, takır takır bilgi vermiştir. Çocuk işi kabul etmiş olmalı ki, işte, şimdi de mağazasının kapısının önünde sigara içiyor diye düşüncesini onayladı kadın. “misiniz”in bir türlü ayrı yazılmadığı o ilânlardan da yok vitrin camında. Tabii, elemanı bulunca sökmüşlerdir. Evet, bu sivilceli genç, asgari ücretle, sabah sekiz, akşam sekiz, ya da sabah on akşam on, ama yine de işletmenin bakış açısıyla “part time” çalışıyor olmalı bu mağazada dedi. Karşı taraftaki mağazalardan birinin önünde, vitrin camından genci görebileceği bir açıda durdu. Birkaç dakika sonra sivilceli gencin uzun bir nefes çekip sigarasını attığını, mağazanın kapısından koşar adım içeri girdiğini görünce, yılın en iyi kurgu ödülünü sana verecekler diye söylenip yoluna devam etti.
Galatasaray Lisesi’nin hemen yanındaki yoldan, Hayriye Caddesi’nden aşağı yürüdü. Hayriye Caddesi, Numara 9, Kat 2 “Burası Oğuz Atay’ın ‘Tutunamayanlar’ı yazdığı yer. 1968’de büyük aşkı Sevin Seydi’yle paylaştığı daire...” diye yazıyordu gazetelerin birinde. Balyoz sesleri geliyor, diye hayıflanan yazarın hassasiyeti geldi aklına. Binayı görmeye gitsem mi diye geçirdi içinden. Görüp ne yapacağım ki, dedi, Turgut Özben'le Selim Işık'ı koluma takıp binanın yıkılmaması, müzeye dönüştürülmesi için eylem yaptığımızı mı düşleyip kurgulayacağım? Yıkılacak da olsa başımı sokacağım kiralık bir dairem bile yok benim! Birgün müze olur diye umut eden daire sahibi edebiyatçılar düşünsün diye bıdırdandı sağ köşedeki binaya yönelirken.
Demir kapılı binanın önünde durdu. Zile bastı. Kapı açıldı. İçeri girerken kapının tam karşısında uzayıp giden dar, dik merdiven basamakları ilişti gözüne. Buyurun diye bir ses duydu. Merdivenin sağında, bankonun arkasında duran esmer, kısa boylu bir beyin soran bakışlarıyla karşılaştı. İyi günler, dedi gülümseyerek, Faruk Bey’le görüşmek istiyorum. Randevunuz var mıydı, diye sordu bankonun arkasındaki görevli bey. Kadın, randevu sözcüğünü duyunca elini kabanın cebinden çıkarıp çenesini kaşıdı. Randevu almadım, dedi belli belirsiz gülümseyerek. Beriki de gülümsedi. İsmini sordu. Telefon ahizesini kulağına tutup bir süre bekledi. Az önce öğrendiği ismi tekrar edip kadının görüşme isteğini bildirdi. Telefonu kapatıp buyurun diye merdivenleri işaret etti kadına. Üçüncü kat,sağdaki kapı.
Ancak bir kişinin yürüyebileceği genişlikteki merdiven basamaklarını çıkarken keşke kaban giymeseydim diye düşündü kadın. Durup kabanının fermuarını açtı, atkısını çıkarıp çantasına koydu. Soluk soluğa ikinci katı çıktı. Sırtının terlediğini hissetti. Çok hızlı çıkmadığı halde üçüncü kata vardığında tıkandı. Soluk alıp verişini düzene koymak için derin bir nefes aldı. Karşılıklı iki kapıdan soldakine, merdivene yakın olanına yöneldi. Kapıyı tıklatıp açtı. Girişe ve merdivenlere kıyasla daha aydınlıktı içerisi. Çay bardaklarının, küçük çay kazanının üstünde hızla gezindi bakışları. Aşağıdaki beyin sağdaki kapı dediğini hatırladı. Sağdaki kapıya yöneldi. Kapıyı tıklatıp açtı. Durup soluğunu toplamak için bir iki dakika dinlenseydim diye geçirdi içinden. Soluklanmak için geri çıkmayı düşündü ama kapının çalındığını duymuş, kapıya gelmişti içerideki.
Kadın, kendisini karşılayanın yüzünü, birkaç gün önce Kadıköy’de bir kitapçıdan aldığı kitabın arka kapağında görmüştü. Merhaba Faruk bey dedi. Kendini tanıtırken, nefes alıp verişi henüz düzene girmediği için lafını yarım bırakıp soluk almak zorunda kaldı. Seyrek, kısa saçlı, orta boylu, hafif göbekli beyle ayakta karşılıklı durdu birkaç saniye. Karşısındakinin sessiz kalması bu ziyarete bir anlam veremediğini düşündürdü kadına. Tedirginliğini belli etmemek için gülümsedi. Ben de öykücüyüm dedi. Bu cümlenin bir sohbete kapı açacağını umdu. Karşısındakinin sessizliği tedirginliğini çoğalttı. Tedirginliğini fark ettirmemek için rahat davranmaya çalıştı. Birbirine kafa kafaya bitiştirilmiş masalardan üzeri boş olanına çantasını bıraktı. Kapıyla masa arasında duran koltuğa otururken ötekinin hâlâ ayakta durduğunu, kendisini izlediğini fark etti. Yer gösterilmeden oturduğunu ama artık kalkmanın aptalca olacağını düşündü. Beriki, sessizliğini koruyarak, üzerinde bilgisayar ekranı, sayfaları açık birkaç kitap, birkaç kağıt bulunan masaya geçip sessiz oturdu. Kadın, ziyaretim emri vaki oldu ama randevu almak hiç aklıma gelmedi dedi. Çünkü, dedi, Yapı Kredi ya da İş Bankası yayınları gibi, gelmeden önce randevu alınması gereken resmi bir kurum gibi düşünmedim burayı… Sessizlik. Yani burası da tabii resmi bir kurum ama sanki çat kapı gelinebilirmiş gibi…
Nefesi düzene girdi ama bu defa da ağzı kuruduğu için konuşmakta güçlük çekti. Sessizlik onu gerdikçe dudaklarını yalayıp ıslatarak konuşmaya devam etti. Notos’ta öykünüzü görünce aklıma geldi sizi ziyaret etmek… Sessizlik. Ben, dedi kadın, kuruyup birbirine yapışan dudaklarını yalayarak, Ankara’dan yeni geldim. İstanbul’a yerleşmek istiyorum… Sessizlik. Aslında, bir senaryo işi için geldim. Bir yazım ekibine katılacaktım. O işin başlaması biraz uzayacak… Patron, irtibatı kesmeyelim dedi ama bakalım… Sessizlik. Kadın, içinden, keşke Starbucks Cafe’nin birinden kağıt bardakta bir çay alsaymışım gelirken diye düşündü. Dudakları kuruyup birbirine yapıştıkça onları ıslatmak için yalamak zorunda kalıyor, bundan müthiş rahatsız oluyordu.
Karşısında oturan sessiz adamın yüzünde bir ifade, bir anlam yakalayamadığı için ziyareti gereksiz, anlamsız bir hal alıyordu. Sanki bir sohbeti başlatacak bir sözcüktü eksik olan. Konuşurken o sözcük çıkıverecekti ağzından, sanki yüzünde hiçbir anlam bulamadığı karşısındaki sessiz adam, kadının konuşmasının bir yerinde, bir söz duyacak, cana gelecek, o da lafa karışacak, bir şey anlatacak, ziyareti bir anlam kazanacak… Kadın dudaklarını bir kez daha ıslattı. Senaryo işi uzayınca dedi, boş kalmayayım, iş bakayım dedim. Düzeltmenlik işi… Sessizlik. Yayınevlerini dolaşıyorum. Cağaloğlu’ndaki yayınevleri düzeltmen çalıştırmıyormuş. Birlikte çalıştıkları yazarlar yardımcı oluyorlarmış dedi. Sessiz adam, sessizliğini bozup evet, dedi. Kadın, Yapı Kredi, İş Bankası maille başvuru istiyor. Ben de öyle yaptım, birer özgeçmiş yolladım ama bir cevapgelmedi…Sessizlik.
Bu anlamsızlığın daha fazla uzamasını istemeyen kadın, sizin yayınevinin düzeltmene ihtiyacı var mı, diye sordu nihayet. Sessiz adam koltuğunda kıpırdanıp masaya doğru biraz eğildi. Bizim dedi, kendi düzeltmenlerimiz var. Beş arkadaş yapıyor işi. Dışarıya iş vermiyoruz. Başını kaldırıp kadına baktı. Ancak biri, mesela editör emekli olacak da yerine yeni biri gelecek. Anladım dedi kadın. Tıpkı devlet dairesi gibi kısmını içinden kendine söyledi. Sessizlik... Yaslandığı koltuktan biraz doğruldu. Sırtının ne kadar terlediğini fark etti. Dudaklarını bir kez daha yalayıp siz dedi, uzun zamandır İstanbul’dasınız, ne önerirsiniz, nerelere gidebilirim iş için. Sessiz adam, sol kolunu masaya yaslayıp birkaç saniye düşündükten sonra, günlük gazetelere gidebilirsiniz dedi. Oralarda sirkülasyon fazladır. Kadın, karşısındaki duvarda, sessiz adamın arkasında yayınevinin bir afişini gördü. Bunu şimdi görmüş olmak şaşırttı kadını. Niye daha önce değil de şimdi gördüğünü düşündü bir an. Baktığı şeyde bir anlam aradığı için belki… Ne anlamı salak diye azarladı kendi kendini. Ben kalkayım dedi karşısındaki sessiz adamın parmaklarını masaya vuruşunu izlemeyi bırakıp. Parmakların masaya vururken çıkardıkları ses kesildi. Çantasına uzanırken, kusura bakmayın zamanınızı aldım dedi gülümseyerek. Öteki de bir şeyler mırıldandı ama kadın anlamadı. Çantasını omzuna takıp tokalaşmak için elini uzattı. Ben yine uğrarım dedi. Sessiz adam, gelmeden önce randevu alırsanız… dedi. Kadın, olması gereken kesinlikle randevu alarak gelmekmiş gibi, tabii tabii dedi, başıyla da onaylayarak, gelmeden önce randevu alırım. Tokalaştılar. Kadın, çıkarken soluk soluğa kaldığı basamakları sanki onu oraya kilitleyeceklermiş gibi aceleyle indi. Kapıya elini uzatırken görevliyi hatırladı. Dönüp iyi günler diledi.
İçi, dışı beyaza boyalı binanın, beyaza boyalı demir kapısını aceleyle açtı. Bu görüşmeden sonra boş bir binanın kasvetine dayanamayacağını düşündü. Yeltenmedi bile 9 numaralı binayı aramaya. Su almak için bir büfe bakınarak İstiklâl’e doğru yürüdü. Bu görüşmeden bir öykü çıkar dedi rampayı çıkarken. Yayınevinde çalışmaya başlamadan önce vergi dairesinde memur olan bay Sessiz Adam, odasında yalnız kalınca, az evvel işgâl edilen sandalyeyi asabi hareketlerle düzeltirken, randevusuz ziyaretlerin ne yersiz, ne manâsız bir eylem olduğundan yakınıyordu.
Bir dahaki ziyarette su almalı, öyle zırt pırt dudak yalamak yanlış anlaşılmalara neden olabilir dedi kadın kendi kendine. Çekirdek de almalı diye düşündü gülümseyerek, sohbet ederken iyi gider, çitleriz. Çantasından bir sigara çıkarıp yaktı. Adımlarını hızlandırıp su almak için ileride gördüğü büfeye doğru yürüdü.

Elif Çınar

Kategori:

Re: İstanbul

Smile Öykü üzerine bir şey söylemek istemiyorum şimdi, okurken çok eğlendiğimden başka. Ne tesadüftür ben de geçenlerde bir kitabın arka kapağında görmüştüm sanki Sessiz Adam'ı. Üstelik düşünmüştüm de, "hiç öyküsünü okumadım galiba" diye. Eğer öyleyse bu okuduğum ilk öyküsü oldu herhalde. İlla öykünün yazarı olmak zorunda değil ya...

Ellerine sağlık. Bir iki yazım yanlışı çarptı gözüme:

"tio" değil "tüyo" olacak.

"Star Box" değil "Starbucks" olmalı (yani şu İstiklâl'de de bir şubesi olan kahveciden söz ediyorsak).

"Bir daha ki ziyaretimde su almalı..." "Bir dahaki ..."


Re: İstanbul

Elif, özlemişiz seni ve öykülerini. İstanbul'un insanı üretgen yaptığını düşündüm öykü boyunca. Karşılaşılan, yaşanan olayların çeşitliliğini, oradaki dinamizmi.


Re: İstanbul

""
İçeride var bir mutfak; mutfakta bir tezgâh. Tezgâhın altı, yıkanıp temizlenmemiş tencere, tavayla dolu; üstü, makineye yerleştirilmeyi bekleyen kirli tabak çanakla…

Öykünün tümünü henüz okuyamadım; ama yukarıdaki cümle için kutlarım şimdiden.


Re: İstanbul

"... "hiç öyküsünü okumadım galiba" diye. Eğer öyleyse bu okuduğum ilk öyküsü oldu herhalde. İlla öykünün yazarı olmak zorunda değil ya..."
Ne güzel bir bakış açısı. Çok hoşuma gitti bu ifade. Smile

Notos'a yollayayım diyorum öyküyü.

Yazım yanlışları konusundaki uyarı için de çok teşekkürler Eren...

Cihan, evet, İstanbul değilse de, orada yaşadıklarım zorlayacak beni yazmaya.


Re: İstanbul

Hemen değil, öyküye ekleyeceklerim var, eksiklik var, Notos'a sonra yollayacağım.


Re: İstanbul

Canım ya elifba'm ben sen ne yazsan hastayım diye altına not düşerim. Kadınla beraber çıktım merdivenleri tıkana tıkana ay kapıyı açmasalar nefeslense dedim. O kadar içten ve doğal yazıyorsun ki bu okuyucuda hemen omzuna iliştirilmiş bir kameradan bakma hissi yaratıyor. Canım benim İstanbul hem çok şık bir aşık hem belalı bir kocadır. Ne gerçek yüzünü görebilirsin ne büyüsünden kurtulabilirsin. Üstelik de çoğumuz için Taksimdir, İstiklaldir İstanbul çoğu zaman. Ben 3 ay yaşadım bir kere denizi görmedim. Yalnız ve soğuk yüzünde cebinde 3 kuruş sokaklarda Seha Okuş'un sesini duyup bir dost çay ısmarlamış gibi kalakalmıştım aylar sonra.
Sana şimdiden yaramış sana hangi şehir olsa yarar be gülüm.
Sinir oldum adama kadıncağızın dudakları kurudu ne bir su vereyim soluklanın dedi insanca ne de ağzını açıp bir laf etti. Böyük ve önemli adamlar...Star Box öyle de kalabilirmiş hani her tarafımız bu kadar markayken biraz dalga geçme hakkımızı da kullanabilmemiz için bir alan gibi geliyor bu markalar. Yıldız kutusu oluyor böldüğünde Star Bucks diye bölersek de Yıldız Böcüsü =)) ben eğlenceli buluyorum bazen Türkçe okunuşlarıyla yazmayı bir tür refleks gibi madem onlar dili ülkeyi istila ediyor biz de onları kırıp bükeriz yahu diyorum.
Çok özlemişim sen sadece bunla yaşamını kazansan yazsan yazsan biz de okusak okusak be Elifba'm
He sen çok yaşa emi...
En çok neyi sevdim ustaca kullandığın kesik kesik bir etki yapan "Geldiğim akşam dedi ki Serpil"," ben dedi", "bir ev arkadaşı istemiyorum dedi". dedileri sen hep böyle ustalıklı yedirirsin zaten.
Bu arada o deli deli içkonuşmalarıyla tümkadınkahramanlarınadelioluyorum...=)


Re: İstanbul

'Canım benim İstanbul hem çok şık bir aşık hem belalı bir kocadır'
Bu benzetme çok güzel olmuş. İstanbul'u anlatmak için ben de buna benzer bir cümle kurmaya, yani onu bir kadına benzetmeye çalışmıştım ama hâlâ bir solukta okunacak kısalıkta yazamadım.

Star Box'la ilgili söylediklerin kırıp bükme, dalga geçme anlamına geldiği için bana da çok hoş göründü ama buna siz İngilizce bilenler karar verin. Parantez içinde doğrusunu filan yazmak mı gerekir belki.

Nilüfer Egemenim, değerli yorumların için teşekkür ederim. Öyküyle ilgili bu güzel yorumlar bana bir kitap dolusu öykü yazdırır valla.


Re: İstanbul

""
Star Box'la ilgili söylediklerin kırıp bükme, dalga geçme anlamına geldiği için bana da çok hoş göründü ama buna siz İngilizce bilenler karar verin. Parantez içinde doğrusunu filan yazmak mı gerekir belki.

Ben doğrusunu yazmaktan yanayım. Star Box ya da Star Bucks diye yazarak kelime oyunu yapmak bana bu öykünün dokusuna pek uymaz gibi geliyor.

Anatım bu kadar canlı, öyküdeki kişiler de "gerçek" olunca insan öykü hakkında değil anlatılan olay hakkında yorum yapmak istiyor. O yola sapmadan öykü üzerine düşündüklerimi söylemeye çalışayım:

""
Sen buraya senarist olmaya geldin gerizekâlı, bırak şimdi çanağı çömleği…

""
Kısa programda tablet erimiyor. Bulaşıklar iyi yıkanmıyor. Deterjan erimeden makine yıkamayı bitiriyor.

Yalnızca bu iki cümleyle aradan geçen zaman, o zaman içinde olanlar o kadar güzel anlatılmış ki, o kadar olur. Yirmi iki günde evin içindeki yaşayışın, beklentilerin değişmesi...

Kadının çekirdek çitlediği bir sonraki ziyaretini merakla bekliyorum Smile


Re: İstanbul

Öykü aslında içine farklı birkaç öykü sıkışmış bir öykülük gibi olmuş. Arada anlatıcının araya girerek öyküyü kurgulama aşamalarını hissettirmeleri de sorunu çözmemiş bana kalırsa. Çünkü, asıl sorun, başlı başına bir öykü olan "Faruk'la diyalog" kısmının ağırlığınca yer kaplamıyor oluşu diğer alt öykülerin. Dediğim gibi bu alt öyküler de ayrı ayrı anlatılması gereken öyküler bana kalırsa.

Bunun ötesinde öykücüyle devlet memurunun düellosu daha ayrıntılanabilir diye düşündüm. Karakterin oraya ulaşmaya çalışmasından başlayarak geçen süreç eklenebilir belki. Bu süreçte yakalanacak kimi karşıtlıklar, analojiler, gerilimin zirve yaptığı masa başında oturulan anlarda çok etkili olabilir.

Ellerine sağlık Elif. Smile

""
Yirmi ikinci gün, ben dedi ev sahibem Serpil, senin varlığına alıştım, birlikte oturalım. Kısa programda tablet erimiyor. Bulaşıklar iyi yıkanmıyor. Deterjan erimeden makine yıkamayı bitiriyor.

Buradaki sıçrama biraz keskin geldi.

""
Düz zemin bitip de basamaklar başlayınca önümde, tekerlekler işe yaramaz olunca, içini çok doldurmadığımı sanıyordum, birinci katı çıkmadan gücüm tükendi. Son basamaklarda tekerlekleri basamaklara sıyırtarak ağırlığı hafifletmeye çalıştım.

Kafam karıştı.

""
“Ağır valizi binanın üçüncü katına çıkarmaya çalışırken artık genç olmadığını şiddetle duyumsayan kadın, gücünü toplamak için durup soluklanırken, ne demeye geldin ki buralara, kır dizini otur evinde diye söylendi kendi kendine. Baban haklı sen işini hiç bilemedin, hiç! Bilseydin valiz taşıyacak bir kocan olurdu!..”

Smile

""
Yelda’ya mı çatmalı şimdi? Ulan Yelda, Firuzağa kahvede buluşup buluşup tüyolar veriyordun, paslaşırız filan diyordun, n’oldu da topu havaya diktin? Yelda dedim, sen dedim, dizinin setine gittim dediydin, yine gidersen bana da haber versen, birlikte gitsek, çok merak ediyorum sette nasıl çalışıldığını… Kızım dedi Yelda, ben dedi, kaç yıldır bu işin içindeyim daha ilk defa bir set görüyorum. Nasıl sinirlendiyse benim bu kendini bilmez aceleciliğime, sesi ta ciğerlerinden geldi.

Geçiş yine biraz sert geldi. Yelda il ilgili kısım detaylanmalı sanki.

""
Randevu almadım dedi belli belirsiz gülümseyerek. Beriki de gülümsedi. İsmini sordu. Telefon ahizesini kulağına tutup bir süre bekledi. Az önce öğrendiği ismi tekrar edip kadının görüşme isteğini bildirdi. Telefonu kapatıp buyurun diye merdivenleri işaret etti kadına. Üçüncü kat, sağdaki kapı.

Buradaki gerilim çok güzel. Özellikle de "az önce öğrendiği ismi tekrar edip"deki yabancılık duygusu soluğumu kesti.

""
Çay bardaklarının, küçük çay kazanının üstünde hızla gezindi bakışları.

Anlatıcının kimliğine ilişkin harika detaylar.

""
Ben de öykücüyüm dedi.

Kendini bu ifade edişte gizli, çok güçlü şeyler var.

""
Çünkü, dedi, Yapı Kredi ya da İş Bankası yayınları gibi, gelmeden önce randevu alınması gereken resmi bir kurum gibi düşünmedim burayı… Sessizlik. Yani burası da tabii resmi bir kurum ama sanki çat kapı gelinebilirmiş gibi…
Nefesi düzene girdi ama bu defa da ağzı kuruduğu için konuşmakta güçlük çekti. Sessizlik onu gerdikçe dudaklarını yalayıp ıslatarak konuşmaya devam etti. Notos’ta öykünüzü görünce aklıma geldi sizi ziyaret etmek… Sessizlik. Ben, dedi kadın, kuruyup birbirine yapışan dudaklarını yalayarak, Ankara’dan yeni geldim. İstanbul’a yerleşmek istiyorum… Sessizlik. Aslında, bir senaryo işi için geldim. Bir yazım ekibine katılacaktım. O işin başlaması biraz uzayacak… Patron, irtibatı kesmeyelim dedi ama bakalım… Sessizlik. Kadın, içinden, keşke Starbucks Cafe’nin birinden kağıt bardakta bir çay alsaymışım gelirken diye düşündü. Dudakları kuruyup birbirine yapıştıkça onları ıslatmak için yalamak zorunda kalıyor, bundan müthiş rahatsız oluyordu.

"Sessizlik"ler müthiş bir ritm katmış anlatıya.

""
Sanki bir sohbeti başlatacak bir sözcüktü eksik olan. Konuşurken o sözcük çıkıverecekti ağzından, sanki yüzünde hiçbir anlam bulamadığı karşısındaki sessiz adam, kadının konuşmasının bir yerinde, bir söz duyacak, cana gelecek, o da lafa karışacak, bir şey anlatacak, ziyareti bir anlam kazanacak…

İşte, bu! Bütün gerilimi taşıyanın bu kadar basit bir eksiklik olduğunu bir çırpıda ortaya döküvermişsin Elif. Ellerine sağlık.

""
Ben kalkayım dedi karşısındaki sessiz adamın parmaklarını masaya vuruşunu izlemeyi bırakıp. Sessizlik…

Bu son "sessizlik" fazla gibi.

""
Kafka öykülerinden birindeymiş gibi hissetti kendini. Bir Kafka kişisi… Bundan bir öykü çıkar diye düşündü. Bir Ziyaretin Tasviri. Bu yayınevinde çalışmaya başlamadan önce vergi dairesinde memur olan bay Sessiz Adam odasında yalnız kalınca …

Bu kısma çok gerek var mı, emin olamadım. İzahat gibi olmuş. Belki öykünün ismi "Bir Ziyaretin Tasviri" ya da "Tasvir-i İstanbul" gibi bir şey olabilir.

Tekrar ellerine sağlık.


Re: İstanbul

Barış'ın gerek var mı dediği son kısım için ben hem öykücü kadının öykücülüğüne ispat gibi gördüğümden hem neleri okuduğuna hem de cuk oturtarak işaret ettirdiinden hem de yazar mı acaba hakikaten bu adamı yazarsa okuyacak mıyız? Nasıl yazacak diye bir sonrasına göz kırpıttığından fazla bulmadım arkası yarın beklentisine bile girdim. Sessizlikler konusunda katılıyorum ve de parmaklarını masaya vurduğu için gidip bir güzel üstlerine oturup kırmak arzusu duyduğum adamın söylemediği o diyalog başlatacak sözcükle de o kadar güzel bir kalp oluşmuş ki öyküde... Ne diyim o kadar olur...
Elifim Ba'm sen yaz yeter ki ben sana daha ne güzellemeler dökerim. Okumaktan keyf aldığım ve de çok içten çok kadınsı ama kadın yazarlık kaygısı gütmeyecek denli insan bulduğum sesini yazısından tanıdığım yazar dostum var diye göğsüme nişan ederim senin heveslerini...


Re: İstanbul

Bu arada yabancı markalar konusunda ben kesinlikle bir duruş olarak kendimce misyon ediniyorum bunu ve keşke yaygınlaşsa diyorum dil istila altında, memleket istila altındayken ingilizce bilen vatandaş olmaktan öte belki şovenist bir yaklaşım benimkisi. feyz bokunun suratımıza bulaşması gibi, erotic shoplarla dolu cinselliğimiz, bigbrother evlerimiz, vayp avut gibi silip süpüren yarışma programları, tvüüit tvüit diye ötüşen kuşlar arasında ürküyorum tabele okumaktan avrupa ülkesinden de beter kakafonik isimlerden tabelalardan tiksinmişim sanırım Mudanyada güzelim Yahşi Bey Konağı butik otel oldu e olsun sonra el değiştirdi adı ne Gold Konak... Gold ne ulan diyesim geliyor Altın Konak de... tarihini sildin attın diyelim Gold ne abicim bu ülke neresi dilimizi yitirirsek geriye ne kalacak benim mi bu Starbucks değil gelmiş mi benim kahvehanelerimi silip atmış mı bence benim de ona Yıldız Böcüsü( Star Bug olaydı tabi) olmasa da Star Box deme özgürlüğüm var...=)


Re: İstanbul

Egemen dedi ki:
Bu arada yabancı markalar konusunda ben kesinlikle bir duruş olarak kendimce misyon ediniyorum bunu ve keşke yaygınlaşsa diyorum dil istila altında, memleket istila altındayken ingilizce bilen vatandaş olmaktan öte belki şovenist bir yaklaşım benimkisi. feyz bokunun suratımıza bulaşması gibi, erotic shoplarla dolu cinselliğimiz, bigbrother evlerimiz, vayp avut gibi silip süpüren yarışma programları, tvüüit tvüit diye ötüşen kuşlar arasında ürküyorum tabele okumaktan avrupa ülkesinden de beter kakafonik isimlerden tabelalardan tiksinmişim sanırım Mudanyada güzelim Yahşi Bey Konağı butik otel oldu e olsun sonra el değiştirdi adı ne Gold Konak... Gold ne ulan diyesim geliyor Altın Konak de... tarihini sildin attın diyelim Gold ne abicim bu ülke neresi dilimizi yitirirsek geriye ne kalacak benim mi bu Starbucks değil gelmiş mi benim kahvehanelerimi silip atmış mı bence benim de ona Yıldız Böcüsü( Star Bug olaydı tabi) olmasa da Star Box deme özgürlüğüm var...=)

Alkışlıyorum ama yazıya dökmek gerekince ancak "şak şak şak!" diyebiliyorum.


Re: İstanbul

Babam her gün kadın evlendirme programlarını izleyip oradaki tipleri tahlil ediyor, sonra da "Bu ülkede ne insanlar var, anlamıyorum." gibi serzenişlerde bulunuyor. Bense hiçbirini izlemedim, görmedim, haberdar değilim ve olmuyorum. Böylece onlara karşı alabileceğim tek doğru tavrı aldığımı düşünüyorum, bu mekanlarda da aynısını uygulamaya çalışıyor, isimlerini hiç anmıyorum, gitmiyorum Smile Öneririm, muhtemelen Barış Acar'da bana destek verecektir:)


Re: İstanbul

Gitmek anlamında değil -bu arada öyküye bu başlık altında haksızlık etmiş olmuyorumdur umarım kısa keseceğim- ama heryerde herşeyde sinmiş durumda bu kabulleniş ve marka istilası dil istilası konsessusa varılcak mı, ulaşılcak mı, sağlanacak mı karar verilemiyor konsensus diye bir kelime mi var dilimizde yok, olmuyor işte kim neresine koysun bilemediğinden bir sürü ek gerekiyor ... Uzlaşma sağlasalar bunlar olmayacak konsessusa varmaya ulaşmaya vb çabalayıp debelenmeyeceğiz. Sürekli yabancı bir dille uğraşanların bu kelimelerin tam karşılıklarını konuşma anında bulamayışlarını anlıyorum, bir dönem başıma geldi ama pes etmemek gerek. Kardeşim bir dakika eposta, mail değil ileti dilinizi eşek arısı soksun diyen Yılmaz Akkılıç adlı, yakınlarda yitirdiğimiz gazeteci amcanın gölgesinde, kütüphanede çalışırken, karşılaştığım gençlerin ne dediğini anlamadığım dile olan tepkimden abartıyor olabilirim. Ama bir tür isyan denemesi benim derdim... Şak şak sesleri ne şapka çıkardım Büşracım=)) bunun için bir ses varsa o da flap flap diye şapkanın rüzgarı mı ola...


Re: İstanbul

""
İçeride var bir mutfak; mutfakta bir tezgâh.

Öykü, mutfağı güçlü bir biçimde vurgulayan cümleyle başlayınca,öykünün büyük bir kısmı mutfakta geçecek sandım. Öykü kişisinin dünyasını anlamamıza yardım eden çok güzel bir ayrıntı mutfak,-mutfağı düşünüp o halinden rahatsız olması- ama bu denli güçlü bir başlangıç mutfağın öyküde tutacağı yer konusundaki beklentimi biraz boşa çıkardı. Başka çağrışımları da olabilir mutfağın o zaman iş değişir.
Sebebini şu anda ifade edemesem de bu cümlenin öykünün genel dokusuyla da uyuşmadığını düşünüyorum.

Randevusuz bir buluşmaya gitmenin rahatlığı içinde olan(!)öykü kişisinin yolda kafasına takılan kopuk kopuk düşünceler,hem öykü kişisini hem de ötekiler hakkınd çok güzel ipuçları veriyor.

""
Yirmi ikinci gün, ben dedi ev sahibem Serpil, senin varlığına alıştım, birlikte oturalım.
""
Ulan Yelda, Firuzağa kahvede buluşup buluşup tüyolar veriyordun, paslaşırız filan diyordun, n’oldu da topu havaya diktin?


""
Kızım dedi Yelda, ben dedi, kaç yıldır bu işin içindeyim daha ilk defa bir set görüyorum. Nasıl sinirlendiyse benim bu kendini bilmez aceleciliğime, sesi ta ciğerlerinden geldi.

Burada Yelda'nın boynundaki mor damarları gördüm, nefesi cümlenin sonuna zor yetti galiba. Bütün öyküyü yaşayarak okuudum, ama burada sanki ben de vardım.


Re: İstanbul

""
Aşağıdaki beyin sağdaki kapı dediğini hatırladı.

"bey",yerine "adam" kullanılırsa öykü kişisinin diline daha uygun bir kullanım olacağı düşüncesindeyim.

"Sırtının terlediğini hissetti." Öyküde iki yerde geçiyor, ikincisi adamla konuşurken,ikincisi fazla geldi bana.

""
Kadın, olması gereken kesinlikle randevu alarak gelmekmiş gibi, tabii tabii dedi başıyla da onaylayarak, randevu alıp gelirim.
Bu cümle öyküde en sevdiğim noktalardan biri oldu.Kadın randevu alarak gelseydi ne değişirdi acaba,bir şey değişir miydi? Olanlar randevusuz geldiği için mi oldu acaba? Bütün düğüm randevudaymış gibi geliyor insana, okurken, ah!, keşke bir randevu alsaydın ne vardı, diyesi geliyor insanın. Ben olsam öykünün adını "Randevu" koyardım.
""
Alıntı:
Kafka öykülerinden birindeymiş gibi hissetti kendini. Bir Kafka kişisi… Bundan bir öykü çıkar diye düşündü. Bir Ziyaretin Tasviri. Bu yayınevinde çalışmaya başlamadan önce vergi dairesinde memur olan bay Sessiz Adam odasında yalnız kalınca …

Bu kısma çok gerek var mı, emin olamadım. İzahat gibi olmuş.

Barış'ın yorumuna katılıyorum, orada yaratılan etkiyi azaltan bir yorum gibi...

Elif, ne diyeyim, "Vallahi Bravo!" öykü,sımsıcak, hayat taşıyor, içimi ısıttı.


Re: Bir Ziyaretin Tasviri

Yanlış yere eklediğimi fark ettim. Yorumlar İstanbul için, metin Bir Ziyaretin Tasviri adını aldı. N'apmam gerekiyor Eren?


Re: Bir Ziyaretin Tasviri

Ben bir yanlışlık görmüyorum. Anladığım kadarıyla öykünün adını ve içeriğini değiştirmişsin. Yorumlar sanki İstanbul öyküsü için yapılmış gibi olacak. Çünkü öykünün önceki adı buydu. Onun için yapılacak bir şey yok.


Re: Bir Ziyaretin Tasviri

Bir iki ufak değişiklik yaptım. Eğreti durup durmadığından emin olamadım ama Hayriye Caddesi'yle kesişince yollar Atay'ın yıkılan dairesini sokuşturmaya çalıştım araya.


Re: Bir Ziyaretin Tasviri

elif cinar dedi ki:
Bir iki ufak değişiklik yaptım. Eğreti durup durmadığından emin olamadım ama Hayriye Caddesi'yle kesişince yollar Atay'ın yıkılan dairesini sokuşturmaya çalıştım araya.

Değişikliklere henüz bakamadım, fakat Atay'ın br dönem oturduğu dairenni yıkılmadığı, yalnızca restorasyın yapıldığı bilgisini vereyim. İlgili başlıkta da bu haberi paylaşmıştım daha önce.