UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Beyaz Mantolu Adam

20 Şub 2009
Barış Acar

Oğuz Atay
Korkuyu Beklerken
s. 11-26
İletişim Yayınları, 1993, İstanbul

Son indirilme tarihi: 31 Mart 2009 (Bkz.:Forum İşleyişi).

Kategori:

Re: Beyaz Mantolu Adam

Yeni öykümüz.

Not: Rahatsızlığım dolayısıyla bu haftanın öyküsünü olması gerekenden birkaç saat önce aktarıyorum. Keyifli okumalar.


Re: Beyaz Mantolu Adam

Beyaz Mantolu Adam'ı 1994 yılında okudum. Yeniden okumadan üzerine bir şey yazmak istemiyorum; ama, öte yandan, bu öykünün güçlü bir etkisi var benim üzerimde. Şöyle özetlenebilir:

""
On beş sene önce. Otobüstesin. Beklendiğin yere doğru bir otobüs. Gün uzun. Yol uzun. Elinde beyaz manton. İnsanlar üst üste. İnsanlar sıkış tepiş. Beklediğin bir yere doğru uzuyor yol. Derken satırlar arasından bir lodos. Önünde, yanlara açılan insanlar. Ayaklarına vuran deniz. Hiç olmadığın kadar uyanıksın öykünün sonunda!


Re: Beyaz Mantolu Adam

Oğuz Atay Günlük’üne şöyle başlıyor:

“Kimse dinlemiyorsa beni –ya da istediğim gibi dinlemiyorsa– günlük tutmaktan başka çare kalmıyor. Canım insanlar! Sonunda, bana, bunu da yaptınız.” (25 Nisan 1970)

Beyaz Mantolu Adam bana nedense “Canım insanlar! Sonunda, bana, bunu da yaptınız.” haykırışından çıkmış gibi geliyor.

Öyküye sorduğum ilk soru şu oluyor: Bu adam kim? Öyküde bunun çok açık bir cevabı yok. Hatta öykü bu sorunun cevabını çok önemsemiyor gibi de. Dili ve anlatımıyla Yusuf Atılgan’ın Atılmış’ını çağrıştıran öykü, kurgusuyla Murathan Mungan’ın Makas’ının aksi istikametinden bakıyor bizlere.

İşin Atılmış’lık boyutu karakterin durumunda olduğu gibi, anlatımda da gizli. Şöyle diyordu Atılmış:

""
Çoktandır deniz üstünde taş sektiriyordum. Yuvarlaklar üç kere sekiyordu, yassılar beş kere en çok. Altı sekse biri, bırakacaktım. Kolum ağrımıştı. İyi geliyordu ama düşündürmüyordu.

Beyaz Mantolu Adam için de şöyle söyleniyor:

""
Kalabalık bir topluluk içindeydi. Başarısızdı. Parası yoktu. Dileniyordu. Caminin önündeydi. Büyük bir camiydi bu. Minareleri, kubbeleri, kemerleri ve parmaklıklı pencereleri filân hepsi tamamdı. Özellikle de avlusu: dilenenler için en önemli yer. Bir kenarda duruyordu. Hiçbir hüner göstermediği için ya da acındırıcı bir garipliği olmadığı için ya da kendisini çevreden ayırıp başarısızlığına üzülecek kadar düşünemediği için dilenirken de başarısızdı.

Bu iki anlatımda müthiş akrabalık görüyorum. Kısa, kesik, vurucu cümleler. Buna karşın alabildiğince alegoriye açık bir anlatım.

Öte yandan Mungan’la kurduğum bağlantı da şöyle: Makas “kullanımı iyi olan kalabalıklar”da bir bireyin öyküsü anlatıyordu. Beyaz Mantolu Adam ise, o kalabalığın kullanımının nasıl iyi olduğunu örnekliyor sanki. Bu yönüyle, yani bireyin içinde olduğu ya da içinden geçtiği çevrenin belirlenmesi yönüyle Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları’nın giriş bölümüne de fena halde benziyor Beyaz Mantolu Adam. Hem erkek hem kadın olan, yaz sıcağında kalın kadın mantosu içinde annesinin koruyuculuğundaki zamana dönmüş olan bu adam, etrafındaki kalabalık için bir fotoğraf negatifi gibi. Onların varoluşuyla anlıyoruz biz Beyaz Mantolu’yu. Onların etrafını kapladığı boşluk sayesinde görülebilir oluyor.

Bu kalabalığı oluşturanlar kimler? Cami avlusunda; küçük kaplar içinde mısır satanlar, kırmızı cübbeli müneccim, nazar boncuğu satan şişman kötürüm, kitap satanlar, makbuz karşılığı iyilik işleriyle uğraşanlar, onu kör sanan çarşaflı kuru kadın, kucağında çocuğuyla karanlık kadın, bavul taşıtan şişman adam. Vapur iskelesinde; çanta taşıtan adamlar, kendisine bakıp gülen çocuk, iki hamal, kavga eden iki serseri. Pazarda; tezgâhlarının başında pazarcılar, mantoyu satan satıcı, karşı meyhanedeki adam. Su birikintisinin etrafında; onu izleyen kalabalık, o kalabalıktan meydandaki ağacın gölgesinde serinlemek için kalanlar, çocukların üzerine düşen yaşlıca adam, iş ilanına bakmak için kalakalanlar. Köprüde; turist sanıp kendisiyle konuşanlar, tarakçı, tombalacı, sigara satıcısı. Kumaşçıda; dükkân sahibi, kapı önünde mal satın alanlar, vitrine yerleştirmek için patronuna yardım eden tezgâhtar, müşteriler. Otobüs durağında; yoğurtçu, kemerci, şarap satan dükkân sahibi. Otobüste; kulaklıkla müzik dinleyen adam. Parkta; boyacı çocuk, kasketli genç, dişleri olmayan ihtiyar, çocuklar, yabancıları sevmeyenler, köprüdeki kameralı adam. Trende; gişedeki memur, yolcular. Halk plajında; top oynayan gençler, görevli, bıyıklı genç.

Hepsinin de ayrı ayrı, küçük küçük hikâyeleri var ve Oğuz Atay o hikâyelerin içinden bakıyor sanki Beyaz Mantolu Adam’a. Sonra da onların gözünden öyküyü sonlandırıyor. “Canım insanlar! Sonunda, bana, bunu da yaptınız.”

(Bu sonun, Hal Ashby'nin Jerzy Kosinski'nin romanından uyarladığı Being There filminin sonuyla bir bağlantısı olduğunu düşünmeden edemiyorum.)


Re: Beyaz Mantolu Adam

""
Hem erkek hem kadın olan, yaz sıcağında kalın kadın mantosu içinde annesinin koruyuculuğundaki zamana dönmüş olan bu adam, etrafındaki kalabalık için bir fotoğraf negatifi gibi. Onların varoluşuyla anlıyoruz biz Beyaz Mantolu’yu. Onların etrafını kapladığı boşluk sayesinde görülebilir oluyor.

Ben de bugün öyküyü okurken Barış'ın söylediğinin ters tarafından baktım burada andığı ilişki biçimlerine. Sanki O. Atay, bu meczup - alışılagelmiş normlara göre- kişi sayesinde toplumumuzun panoramasını ortaya koymuş. Kişilerin ezberini bozan beyaz mantolu adamın ortaya çıkışıyla birçok değer yargımız, toplumsal bilinçaltımız ete kemiğe bürünüyor. Bunun öykü içinde o kadar çok örneği var ki...

-Öyküye dair söylenecek o kadar çok şey var. Bir yerden ufak ufak başlayayım dedim.-


Re: Beyaz Mantolu Adam

Abdullah dedi ki:
Sanki O. Atay, bu meczup - alışılagelmiş normlara göre- kişi sayesinde toplumumuzun panoramasını ortaya koymuş. Kişilerin ezberini bozan beyaz mantolu adamın ortaya çıkışıyla birçok değer yargımız, toplumsal bilinçaltımız ete kemiğe bürünüyor.

Evet, toplumsal olanla bireyin kesiştiği bir yer var. Bu ikisi bir noktada aynı anlama geliyor. Oğuz Atay da bu kesişme anının yazarı.


Re: Beyaz Mantolu Adam

""
Evet, toplumsal olanla bireyin kesiştiği bir yer var. Bu ikisi bir noktada aynı anlama geliyor. Oğuz Atay da bu kesişme anının yazarı.

Sanki Atay'ın yabancılaşan karakterinin deşifre etmesi sayesinde gördüğümüz kişilerin değer yargıları, bu yabancılaşmanın da nedenlerini ortaya koyuyor gibi. Bu adam neden böyle dediğimizde öykü içindeki kişilerin farklı olana yaklaşımları -tam olmasa da- cevap olabiliyor mu? Söylemek istediğinin için de bu da var mı?


Re: Beyaz Mantolu Adam

""
(Bu sonun, Hal Ashby'nin Jerzy Kosinski'nin romanından uyarladığı Being There filminin sonuyla bir bağlantısı olduğunu düşünmeden edemiyorum.)

Evet, ben de şimdi anımsayabildim. İki eserin de sonu birbirine çok benziyor. Topluma, insanlara yabancılaşmış bireyin sanki orada hiç olmamışçasına bulunduğunu çok güzel anlatıyor bu iki son.


Re: Beyaz Mantolu Adam

Abdullah dedi ki:
Sanki Atay'ın yabancılaşan karakterinin deşifre etmesi sayesinde gördüğümüz kişilerin değer yargıları, bu yabancılaşmanın da nedenlerini ortaya koyuyor gibi. Bu adam neden böyle dediğimizde öykü içindeki kişilerin farklı olana yaklaşımları -tam olmasa da- cevap olabiliyor mu? Söylemek istediğinin için de bu da var mı?

Evet, çok rafine anlatmışsın: Beyaz Mantolu Adam'ın yabancılaşması, bu yabancılaşmanın nedenleri, etrafında tanıştırıldığımız kişilerin davranışları ve değer yargıları tarafından açıklanıyor. Good


Re: Beyaz Mantolu Adam

Öyküde bir takım kırılma noktaları var.

Bunlardan ilki Atay'ın "başarısızlık"la anlattığı durum. Beyaz Mantolu Adam, yaşamda "başarısız" olmuş, tutunamamış, dilenen, ama yine aynı nedenle dilenmede de "başarısız" olan biridir. Dolayısıyla o iki kere başarısız olarak "başarı-başarısızlık" çemberini kırmıştır. Yanında yöresinde dolanan dilencilere benzemez, onlar gibi özlemleri, hedefleri, hatta somut düşünceleri yoktur. Kırmızı cübbeli ihtiyar gibi olaylara belirli bir bakış açısı bile yoktur. Öykü içinde bu olgu, ona para veren ilk kadının onu kör sanmasıyla da desteklenir. Orada olup olmadığından bile emin olamadığımız bir varlık kipinde, yaşamla ölüm arasında salınan bir sarkaç gibidir. Atay, başarısızlığın bu çifte kırılımı yoluyla toplumun başarı ya da başarısızlık dediği şeyi yokettiği gibi, kapitalist toplum tarafından yaratılmış, gelenekler tarafından çerçevelenmiş başarısızlığı da kendi yurdunda yenilgiye uğratır.

İkinci kırılma noktası, bavulunu taşıtan şişman adamla karşımıza çıkar. Taşıyamayacağı kadar ağır bavulu yüklenmek zorunda bırakılır, henüz beyaz mantosuna kavuşmamış Beyaz Mantolu Adam. Yolculuk bittiğinde sırtına zorla yüklenen bu ağır yükü taşıması bir yana, bir de acınmıştır kendisine. Bu kısım onun ruh durumunu anlamamız için ipuçları verir; handiyse geçmişine dair güçlü bir metafor bile taşıyor olabilir.

Üçüncü kırılma noktası, aslında öykünün de dönüm noktası: Pazar yerinde beyaz mantoyla karşılaşma. Bu karşılaşma anını şöyle tarif ediyor Atay:

""
Hafif bir rüzgâr çıktı; iriyarı, esmer ve görünüşü taşralı satıcının elbiselerini belli belirsiz dalgalandırdı. Yalnız beyaz manto kımıldamadı; ağır bir kumaştan yapılmış olmalıydı. Bir süre durdular mantoyla karşılıklı.

Mantonun öyküdeki işlevinin iki yönlü olduğunu söyleyebilirim: Öncelikle etrafındaki savrulup duran şeylere karşın, o sapasağlam duruyor. Az sonra onu giyerek Beyaz Mantolu Adam olacak olan adsız kahramanımız, kendi savrulmuşluğuna karşın bir kimlik, bir varolma biçimi olarak görüyor bu mantoyu. Hem de onunla karşılıklı durabilecek kadar güçlü bir kimlik görüyor onda. Burada ikinci yön ise, beyaz mantonun bir kadın mantosu olması. Dolayısıyla ihtiyar bir kadın tarafından satılmış olan bu palto bana bir anne imgesi taşıyormuş gibi geliyor; ödipal bir imgeden daha çok, korunma ve yeniden başlama özlemi olarak düşsel bir anne. Satıcı ve meyhanedeki adam bir tiyatro oyunundaymış gibi paslaşıyorlar. O ise kendi düşsel aleminde kendi oyununu oynuyor. Beyaz mantoyu giymesiyle ilk defa bir role, kimliğe, varlığa bürünüyor. Neredeyse daha önce etrafında hiçbir etki yaratmayan kahramanımız, mantosuyla tentelerin altından çıktığında "yerdeki su birikintisinden güneşle birlikte yansıyor." Güneş artık onun üzerine düşmeye başlıyor. İnsanlar ona bakıyorlar. Böylece öykü yeni bir alana doğru kayıyor. Bu alan Beyaz Mantolu Adam'ım kimliğini arama alanı.

Ancak daha önce söylediğimiz gibi, bu kimlik arama işi yine onun arayışı değil. Etrafındakilerin ona dair bir arayışı. İlk önce turist sanılıyor, fakat kendisine edilen çeşitli dilden küfürlere karşılık vermiyor. Buradaki yabancılık imgesinin acı bir alay taşıması da cabası. Ana dilini konuştuğu bir ülkede bir yabancı olarak görebiliriz çünkü Beyaz Mantolu Adam'ı. Sonra yine aynı yanılgıyla satıcı kimliğine sokuluyor. Daha sonra da manken. Buradaki manken oluş önemli. Çünkü bu "canlı manken" etrafı için para üretiyor, yani bir artı-değer sağlıyor, bu anlamda canlı; ama sonuçta manken olduğundan yaşıyor olduğunu da iddia etmek zor.

Öyküde kırılma noktası olduğunu hissettiğim, ama neliğine bir türlü karar veremediğim bir bölüm de, karşıdan gelirken bir vapur gibi parça parça görülen kemercinin varlığı. Bu şarapçı -Dionysos- amcanın sakinliği ve geldiği gibi yaşayışı, Beyaz Mantolu Adam'ı hiç garipsemeden olduğu gibi kabullenişi öykü için kritik bir nokta. O da bir süre sonra kadrajımızdan çıkıyor. Geldiği gibi kaybolup gidiyor. Bir Beyaz Mantolu da bu kemercidir diyebilir miyiz öykü için?

Son olarak Halk Plajı'nda olanlar, belki de hayatı boyunca görünmez adam olmuş Beyaz Mantolu Adam için son perde diye düşünülebilir. Eskisi gibi görünmeden yaşamak istemesine karşın, üzerine geçirdiği yeni kimliğiyle sürekli yabancılara benzetilen, film oyuncusu olduğu düşünülen ve sonunda kafasına top atılarak yere düşürülen Beyaz Mantolu Adam, kendisini biçimlendiren kalabalık tarafından yok ediliyor. İçine girip kaybolduğu deniz, aynen üzerine geçirdiği beyaz manto gibi dişil bir simge. Paltosunun -belki de geçmişinin- ağırlığıyla bu dişil simge içinde, gidemez denilmesine karşın sonuna kadar devam edip kayboluyor Beyaz Mantolu Adam.

Bu sonla Beyaz Mantolu Adam'ın yeni bir yüzüyle karşılışıyoruz; o, edilgen, atılmış, başarısız bir karakter değil; Bartleby gibi, bizim yapıntı dünyamızda ne olduğunu çok anlamadığımız, etrafından dönen türlü saçmalığa karşı, hatta kendine karşı "kendisi" olabilen bir karakter.


Re: Beyaz Mantolu Adam

O. Atay'ın birçok eserinde olduğu gibi bu yapıtında da ezber bozmaya yönelik bir düşüncesi var. Bu, öncelikle okuyucunun okuma pratiğine yönelik bir hedef oluşturuyor. Öyküsünü tanımlamak, bir yerlere konumlandırmak daha doğrusu herhangi bir klişenin içine sokmak çok zor görünüyor. Hiçbir şekilde anlatılamaz, tarif etmek olanaksız demiyorum sadece öncül verilerle hareket etmenin imkânsıza yakın göründüğünü düşünüyorum. Örneğin karakteri düşünelim. Atay'dan önce Türk öyküsünde okuduğum kadarıyla böyle bir karakter bulmamız güç. Y. Atılgan'ın eserlerinde benzer kişilerle karşılaşmamız mümkün; ancak bu, sadece benzerlikten ibaret. Barış'ın dediği gibi yaşadığından bile kuşku duyacağımız kadar yabancı biri. Yaşamla, çevresindekilerle hemen hiçbir ilgisi yok. Ancak Atılgan'ın kişileri ait olamamanın sancısını yaşıyor. Bu karakterimizin böyle bir derdi yok.

Bu kişiyi tanımak için nelerimiz mi var? Konuşmayan, herhangi bir irade örneği sergilemeyen sadece yürüyen, duran, birkaç devinimde bulunan bir anlamda eyleminden başka bir şeyi olmayan bu adamın bu denli özelliksiz anlatılması öyküde onunla karşılaşan insanlar gibi bizi de zora sokuyor. Dilimiz dolanıyor, bir şey demeye çalışıyor, birkaç sözcük buluyor; ancak az sonra söylediğimizden vazgeçiyoruz. Kimi zaman sinirlerimize dokunuyor bu durum. Bunun birçok nedeni var: Yukarıda da değindiğim gibi okuma geleneğimizde böyle birini bulamıyor, konuşmadığından ne düşündüğünü bilemiyor, geçmişini, varoluşunu, yaşama amacını, hemen hiçbir şeyini bilemiyoruz. Bununla Atay, ezberleri bozuyor; klişelerle oynuyor. Ve bizim dilimiz tutuluyor. Olayı düşünürsek öyküde elle tutulur bir olay örgüsü yok. Hatta karakterimiz sadece yürüyüp durarak sanki gerçek yaşamın içinde varolduğunu net bir biçimde bize duyuruyor. Karakterimiz gerçeğin çok uzağında kalıyor; ancak geriye kalanlar bir o kadar gerçeğin tam merkezinde duruyor.

""
Mantonun öyküdeki işlevinin iki yönlü olduğunu söyleyebilirim: Öncelikle etrafındaki savrulup duran şeylere karşın, o sapasağlam duruyor. Az sonra onu giyerek Beyaz Mantolu Adam olacak olan adsız kahramanımız, kendi savrulmuşluğuna karşın bir kimlik, bir varolma biçimi olarak görüyor bu mantoyu. Hem de onunla karşılıklı durabilecek kadar güçlü bir kimlik görüyor onda. Burada ikinci yön ise, beyaz mantonun bir kadın mantosu olması. Dolayısıyla ihtiyar bir kadın tarafından satılmış olan bu palto bana bir anne imgesi taşıyormuş gibi geliyor; ödipal bir imgeden daha çok, korunma ve yeniden başlama özlemi olarak düşsel bir anne.

Barış, yorumlarına katılıyorum. Bu işlevleri pekâlâ düşünebiliriz. Yazdıklarına ek olarak karakterimizin mantoyu almadan önce aynada kendi görüntüsüyle karşılaşması, üstüne çekidüzen vermesi, görünüşünü kapatmak istermişçesine mantoyu almaya yönelmesinde itki oluşturduğunu düşünüyorum.


Re: Beyaz Mantolu Adam

Öyküyü henüz bugün okuyabildim. Öykü hakkındaki ilk yorumum şudur;

""
Amma da hikâye.


Re: Beyaz Mantolu Adam

Öyküye adını veren geniş etekleriyle dikkat çeken mantonun, insanlar tarafından garipsenen özelliği kandın mantosu oluşu. Buna rağmen öykünün adı mantonun renginden geliyor. Neden diye düşündüm, neden mantonun rengi öne çıkarılmış?
"Terledikçe kollarıyla alnını sildi" diye okudukça "aha da kolları simsiyah oldu şimdi" diye kaygılanmama sebep oldu mantonun beyaz oluşu. Sanırım rengin bir anlamı var ama bu anlam beni kirlenecek diye kaygılandırmasıyla aynı sebepten mi?


Re: Beyaz Mantolu Adam

Oğuz Atay'ın şaheseriyle başladık diye düşünüyorum. Barış Acar'ın "Being There" benzetmesi ve Abdullah'ın böyle bir tipi yazınımızda ilk defa gördüğümüz gerçeğine ben bir de Mahsun karakterini eklemek istiyorum. Tabutta Rövaşata'nın Mahsun'u... Derviş Zaim'in O.Atay'dan fazlasıyla etkilendiğini düşünüyorum. Zaten "Beyaz Mantolu Adam" bu dönemden sonra öyküde, sinemada eylemleriyle değil eylemsizlikleriyle tanınan tiplerin de öncüsü olmuştur.
"Beyaz Mantolu Adam"ın montunun beyaz olmasını, toplumun beyaz giyenlere bakışıyla anlayabiliriz( Sadece kadınlar beyaz giyer o da bazı halerde: Yazılı olmayan taşra kuralı değil midir bu sizce de?). Sokakta beyaz giyen bir adamın ne kadar farklı ve herşeye yabancı olduğunu da ona söylenen yabancı sözlere, küfürlere tepki vermemesi de bu gerçeği, farklılığı vurguluyor. Evet, çevresinden, geleneklerden, kaba saba ahlak yargılarından uzak yaşayan ama bir o kadar da bu farklılığını -entelektüellerden farklı olarak- milletin gözüne gözüne sokan bir tiptir o. Hem toplumun kurallarından uzak hem de toplumun her zaman gözü önünde bir tip bu kadar etkileyici yaratılamazdı sanırım. Öyküyü bu derece eşsiz kılan sadece karakterdeki başarısı da değil tabi, karakterine uygun yaratılan final sahnesi de sanırım "Beyaz Mantolu Adam"ın yerinin neresi olduğunu başarıyla anlatmış... Özellikle kıyafetleri ve üst baş kaygısından dolayı (bunlar da toplumun kuralları, değer yargılarını temsil etse gerek) kimsenin giremediği denize girerek, hem de beyaz mantosuyla girerek gözden kaybolmak...Geride kalanlarla arasına koca bir sınır koyarak...


Re: Beyaz Mantolu Adam

Öyküyü yüklendikten hemen bir gün sonra okudum, ama Abdullah'ın çok güzel ifade ettiği gibi dilim dolandığından bir türlü bir şey söyleyemedim hakkında. İlk izlenimimi paylaşmadan Barış'ın paylaştığı linke de bakmak istemedim (hâlâ da bakmış değilim). Neyse ki Barış ve Abdullah öyküyle ilgili kafamda oluşan soruların önemli bir bölümünü cevaplamışlar. Onların yorumlarını ve "Bir İtiraz Olarak İnsan" yazısını atlama taşı olarak kullanmaya yeltenmeden önce ben de mantonun rengiyle ilgili bir yorum yapmak istiyorum.

70'lerin modasını pek iyi bilmesem de şöyle bir kestirim yapabileceğimizi düşünüyorum: yazları açık, kışları koyu renkler giyilir. Beyaz renkli bir mantonun baharlık bir manto olmasını beklerim bu nedenle. Oysa bu epeyi ağır kumaştan kışlık bir manto. Bana "zürefanın düşkünü, beyaz giyer kış günü" sözünü anımsatıyor, ister istemez ("zürafa" değil, "zürefa", yani "zarifler" link). Kahramanımızın düşkün olduğu dilencilik yapmasından belli. Sırtında bir kışlık beyaz mantoyla bayağı da dolaşıyor şehirde. Ne var ki yaz günü yapıyor bunu. Yine de davranışları toplum tarafından yersiz bulunuyor. Garipseniyor, kınanıyor.


Re: Beyaz Mantolu Adam

Biraz beyaz manto bakındım internette. Şunlar benim hayal ettiğim mantoya yakın:

Sonuncu beyaz değil, ama benim düşündüğüme en yakını da o. Düşünceli

beyaz_manto3.jpg beyaz_manto2.jpg beyaz_manto.jpg

Re: Beyaz Mantolu Adam

""
Betül Tarıman
Gösteri,
Temmuz 1984, Sayı: 44

Oğuz Atay'ın Beyaz Mantolu Adam Öyküsünde Bir İtiraz Olarak İnsan

Barış'ın eklediği yukarıdaki yazıyı okudum. Yazar, güzel bir tarzla hem Atay'ı hem de malum öykümüzü ana hatlarıyla değerlendirmiş. Yazıyla çok da ilgisi olmayan, takılıp kaldığım bir nokta var:

Ben karakterimizin varlığı ile yokluğu arasındaki belirsiz çizgide yokluğuna kendimi daha çok ikna etmemden olacak, karakterin hareketlerinde -birkaç davranışını görmezden gelirsek- hiçbir irade örneği gösteremeyeceğini sezinliyorum. Bana "çocuk kalmış, büyüyememiş, topluma dair herhangi bir bağlayıcı yanı olmayan" biri gibi görünüyor. Çünkü yaşadığı topluma, çevreye veya dünyaya dair hemen hiçbir şeyi adamımızın eylemlerinde -konuşmadığı için tek verimiz eylemleri- göremiyoruz. Onu "işçi, erkek, baba, yaşlı, akıllı, eğitimli, dürüst, sıkıntılı..." gibi genelgeçer hiçbir sıfatla karşılayamıyoruz. Hareketlerine bu sıfatlardan sinen hiçbir şey yok. Tamamen esrik bir hâlde dolaşıp hareket ediyor. Ki dolaşmasının ve hareket etmesinin dışında ne yapmaya çalıştığını anlayamıyoruz. Mantoyu çok istemesini, denize doğru yürümesini çıkarın geriye irade örneği olabilecek hiçbir şeyi kalmıyor.

Öyküyü okuduğumdan beri öyküye dair çoğu şey kafamda dönüp duruyor. Ama ben belki de dilin sınırlarıyla ilgili olsa gerek bu karakteri anlamaya çalışırken "tutunamayan, yabancılaşmış, ayrıksı" gibi sözcüklerin onu anlatmaya yetmediğini düşünüyorum. Bu konuda Atay hınzırca okuyucularını, öyküde karakterimize "turist, deli, kör" diyenlerin durumuna düşürüyor sanırım.


Re: Beyaz Mantolu Adam

Abdullah'ın saptamasına katılıyorum. Burada yabancı olmaktan öte bir tutum var. Buradaki "yabancılık" kavramını nasıl anlamamız gerektiği üzerine, Yusuf Atılgan öykülerini değerlendirirken Can Yücel ve Fethi Naci'nin de katılımcısı olduğu Aylak Adam üzerine Dost dergisi oturumunun metnini aktarmıştık (link). Burada Can Yücel yabancılığı kültürel bir durum olarak, bireyin varlığını sorgulaması olarak tanımlıyor. Oysa Atay'ın karakterinde böyle bir yabancılık söz konusu değil. Önceki iletimde şöyle demiştim:

""
Bu sonla Beyaz Mantolu Adam'ın yeni bir yüzüyle karşılışıyoruz; o, edilgen, atılmış, başarısız bir karakter değil; Bartleby gibi, bizim yapıntı dünyamızda ne olduğunu çok anlamadığımız, etrafından dönen türlü saçmalığa karşı, hatta kendine karşı "kendisi" olabilen bir karakter.

Bence burada Melville'in Bartleby karakteri iyi bir örnek. Beyaz Mantolu Adam için bir yabancılaşmadan çok, bir sivil itaatsizlik duruşundan söz edilebilir diye düşünüyorum. Katip Bartleby'nin ünlü sözü, "Yapmamayı tercih ediyorum" onun durumunu çok güzel anlatıyor.


Re: Beyaz Mantolu Adam

""
Bence burada Melville'in Bartleby karakteri iyi bir örnek. Beyaz Mantolu Adam için bir yabancılaşmadan çok, bir sivil itaatsizlik duruşundan söz edilebilir diye düşünüyorum. Katip Bartleby'nin ünlü sözü, "Yapmamayı tercih ediyorum" onun durumunu çok güzel anlatıyor.

Evet, bu duruş beyaz mantolu adamın tavrına daha uygun düşüyor. Bunun üzerine düşünmek, biraz daha kavramı genişletmek gerekir.

""
Buradaki "yabancılık" kavramını nasıl anlamamız gerektiği üzerine, Yusuf Atılgan öykülerini değerlendirirken Can Yücel ve Fethi Naci'nin de katılımcısı olduğu Aylak Adam üzerine Dost dergisi oturumunun metnini aktarmıştık (link).

Barış, bu metni sanırım askerliğimin ilk günlerini eda ettiğimden okuyamadım. Depoda mevcutsa okumayı çok isterim.


Re: Beyaz Mantolu Adam

Mantonun kadın mantosu olmasına rağmen beyaz olması, onun bir yabancı, özelikle de bir turist olduğu izlenimi yaratıyordu insanlarda. İlk bakışta deli ya da dilenciye benzetmek yerine onu bir yabancıya benzetmeleri, mantonun kullanılmış olmasına rağmen yeni ve temiz görünüşlü bir manto olduğunu düşündürdü bana. Sanırım bu albenisi yüzünden paltoyu ucuza satmak istemeyen satıcı şöyle diyor, artık paltoyu geri alamayacağını anlayınca;

""
"Otuz lira daha ver öyleyse," dedi. "Başına geleceklere de karışmam."

Bu ifade öyküyü okurken, beyaz mantolu kahramanımızın biriyle ya da birileriyle her karşılaşmasında şimdi kötü bir şeyler olacak, canını yakacaklar diye tedirginlik duymama sebep olmuştu.


Re: Beyaz Mantolu Adam

Mantolu adamın hiçbir şey karşısında tavır ya da istenç göstermediğini sanmıyorum. Sadece birçoğumuzun her şey hakkında bir fikri ve tercihi varken onun her zaman bu isteği duymadığı için bu durumlarda edilgen duruşunun bize garip geldiğini düşündüm. Mantolu adam da bir şeyleri seviyor, istiyor, bazı şeylere tepki gösteriyor, bazı şeyleri reddediyordu. Bazı şeylere de her hangi bir tepki vermiyordu. Mantolu adamın bir şeyler isteyen, bir tercihi olabilen biri olduğunu düşünmeme sebep olan şeylerden bir kaçı;

""
...birkaç yudum içtikten sonra mantolu adama uzattı şişeyi. Onun almadığını görünce, tekrar yerin altında kayboldu. İçerken insanı ağzını kesmesin diye kenarları düzeltilmiş boş bir konserve kutusuyla döndü. Teneke şarapla dolduruldu mantolu adam için.........birlikte içtiler.

Kemerciyle aynı şişeden içmek istememesi...

""
Yere oturdu sırtını tezgaha dayadı.

Vitrinden yemek yemesi için çıkarıldıktan sonra, oturtulduğu yerde sırtını bir yere yaslayarak ve sigara içerek sadece kendi istediğinde yapabileceği bir edimi gerçekleştiriyor.

""
Kaldırımın kenarında duran bir taşla ipi ortasından ezerek ikiye ayırdı, sargıların üstüne bağladı.

Pantolonunun kirli olmasından dolayı ayaklarına dolanan sargıların varlığından hoşnut olmalı ki, onların düşmemesi için önlem alıyor.

Bu mantolu adam sıradan insanların istediği şeyleri istemiyordu genellikle ama bir şey istediğinde bunun için bir şey yapıyordu besbelli. Belki de öykünün başında

""
Başarısızdı. Parası yoktu.
diye tanımlanmasının sebebi istediği şeylerin başarı için gerkli şeyler olmamasıydı.

Kendini öylesine denize doğru sürüklediğine bir sebep bulmaya çalıştım öykü içindeki tavırlarına bakarak. Belki, manto gün boyunca onu öylesine bunaltmıştı ki biraz serinlemek iyi gelecekti ve beklediğinden iyi gelince geri dönmek istemedi, belki de mantonun su içinde dalgalanışı hoşuna gitti ve bunun her aşamasını görmek isedi.
Tam olarak emin değilim ama sebep ne olursa olsun o an olan şeyden vazgeçmek istemedi gibi geliyor bana. Bu yüzden denizin içinde yürümeye devam etti.


Re: Beyaz Mantolu Adam

tutunamayanlarsever olarak uzunca bir süre onun başka kitabını okumak istemedim.."sonra dedimki kendime:bu daha ne kadar sürer?git ve diğer yazdıklarını da oku belki oğuzataysever olursun..." -tırnak içine aldığım bölüm kendi içimde asla yapılmamış bir konuşmadır; ama severim içinde yüceulubilge bir yolgöstericiyle diyalog kurup onun öğüdüyle aydınlanan insancıkları-
efendim gel zaman git zaman ekşisözlüğü karıştırdığım bir sıra şu fevkalede öyküden-Beyaz Mantolu Adam- bahsedenleri okuyunca canım çekti,merak ettim,acaba nasıl bi şey ola ki dedim.
kütüphaneden kitabı aldım,leman cafede, bizimherifle, öyküyü okuduk:olağanüstüydü.etkileyiciydi...ve ben bu öyküyü de kullanacağım bir araştırma yaparken uzunhikayeyi keşfettim...giriş bölümünü burada sonlandırıyorum,gelişme bölümüne geçeceğim.


Re: Beyaz Mantolu Adam

Öyküyle ilgili nette araştırma yaparken şunları buldum:

Beyaz Mantolu Adam - Oğuz Atay (Öykünün tam metni)

Beyaz Mantolu Adam - Yavuz Tuğrul filmi (2000)

Bütün aramalarıma karşın nette filmin kopyasına rastlayamadım. Belki Film Festivaliyle iletişim kurup Ankara için özel bir gösterim ayarlayabilirim. Laughing out loud


Re: Beyaz Mantolu Adam

""
Bu manto onun mahvolma sebebi olur.

Filmin özetindeki bu tümceyi garipsedim doğrusu. Eğer denizde ağırlaştığını kastediyorsa ona diyecek bir şeyi yok; ancak öykünün genelindeki kasvete dairse epey yanlış bir saptama yapılmış oluyor.


Re: Beyaz Mantolu Adam

""
Bu manto onun mahvolma sebebi olur.

Filmin özetindeki bu tanımlama elbette mantolu adamın öykünün geneline yayılmış olan tavırlarının sonla ilşkisini yadsıyan bir ifade. Ancak manto satıcısının

""
Başına geleceklere de karışmam
diyerek "bu manto başına iş açacak, sonun kötü olacak" kehanetine farkında olmadan bir göndermeyi de içeriyor.

Elbette bir şeye farkında olmadan gönderme yapılabilir mi diye Barış'a sormak gerek? Huh!


Re: Beyaz Mantolu Adam

Uzun bıyıklı gencin dediği gibi, amma da hikâye!
Beyaz mantolu bu adamı, cami avlusundan deniz kıyısına kadar izlememe rağmen, adam hakkında, onu birkaç dakika gören uzun bıyıklı gencin bildiğinden fazlasını bilmiyorum.
Melville’in Bartleby isimli öyküsünü hatırlattı Oğuz Atay’ın bu öyküsü bana.
Bartleby de tıpkı bu adam gibi, çevresindeki insanlarla iletişim kurma kaygısı taşımıyor, hiçbir şeyle ilgilenmiyor, yüzünden hiçbir ifade okunmuyor, hakkında kimse bir şey bilmiyordu. Konuşmuyordu da kimseyle, söylediği tek söz, biri ondan bir şey yapmasını istediğinde “yapmamayı yeğlerim, gitmemeyi yeğlerim, almamayı yeğlerim…” oluyordu. Tek fark, bu öykü kişisi kendi istediği biçimde yaşamak konusunda daha inatçı ya da ısrarlıydı. İstediği şey elinden alınıncaya kadar, son ana kadar inatla direndi. Oğuz Atay’ın öykü kişisi insanların kendisine davranışları yüzünden mi denize gitti, daha önce aldığı bir karar mıydı, öyküde anlatılanlardan bunu kestirmek zor.
İnsanlarla iletişim kurmaya çalışmıyor ama biri onunla iletişim kurduğunda bunu reddetmiyor, kendisinden istenileni yapıyor. Gömlek satmak için bir yerde duruyor, manken oluyor, yaşlı bir adamı karşıdan karşıya geçiriyor...
Bu adam, ya da, beyaz manto bir şeyi simgeliyor kuşkusuz. Ama Barış’ın ve diğer arkadaşların yazdıklarını okumama rağmen adam ya da manto neyi simgeliyor, bir sonuca varamadım. Anlamadığım için olsa gerek öyküyü sevmedim.


Re: Beyaz Mantolu Adam

İletişim Yayınlarından çıkan "Korkuyu Beklerken"in öykülerinin hemen ardında farklı yazarların yazarla, öykülerle ilgili görüşlerini almış yayınevi. Bunlardan bir tanesi de Ekrem Işın'ın 2 Eylül 1983'te Sözcükler'de yayımlanmış bir yazısı. Paylaşmamız yerinde olacaktır :

""
Oğuz Atay'ın "Beyaz Mantolu Adam"ı, gündelik yaşamın trajik yapıtlarından birisidir. Bireyin özgürleşme istemi ve bu isteğin bir eylem biçimi olarak ortaya konuşu, iktidar tarafından çarpıtılarak algılanır öyküde. Trajik öğe, yüksek sesle konuşan kalabalığın içinde susmayı yeğleyen bireyin, anlamı çarpıtılan eylemidir. Metnin sorunsalı bu susma eyleminde çıkar yüzeye. Öykü kişisi konuşmayı değil susmayı seçmiştir. Dolayısıyla sessizlik, öyküde, bilinç derinliğinin karmaşık görüntülerini yansıtmayı üstlenir. Bu görüntülerde, bireyin yaşam üzerindeki temel yargısını içeren düşünce ile onu lanetleyen toplumun tanrısını buluruz. Düşüncede dile gelen özgür istem ve karşısındaki baskı gücü, sessizlik içinde kurulan diyoloğun başkişileridir. Okur, bu kişileri ve ne konuştuklarını ancak bireyin yaptığı eylem doğrultusunda öğrenebilir. Nitekim, bilincin görüntüsünü saran sessizlik çemberi, öznenin eylemiyle aşılır öyküde. Bu noktada eylem; somutlaşmış bilinçtir ve kendi özünden çıkarttığı değerleri, toplumun yargıçları önünde savunur.
Kalabalığın yaşam biçimini benimseyen kişi, kendinden başka herkesin yargıcıdır. Toplumun başarı simgesidir yargıç - birey. Cezalandırılması gereken suçlar arar ve işlenmiş suçlara gereken cezaları verir. Genellikle suç, verili değerlerin dışına çıkmakla işlenir ve cezası gözhapsinden başlayarak derece derece artar. "Beyaz Mantolu Adam"ın açış tümceleri, yargıç - birey adına birer suç duyurusudur. "Kalabalık bir toplumun içindeydi. Başarısızdı. Parası yoktu. Dileniyordu." Öykü kişisi kalabalık içindedir ve bu konumuyla çoğunluğun istemine boyun eğmelidir. İkinci niteleme ise daha kesin bir yargıyı vurgular. Başarısızlık. Boyun eğme isteminin gerekçesi olan başarısızlığı geniş anlamda öykü kişisinin toplum haritasında kapladığı önemsiz yer'e bağlayabiliriz. Statü basamağının en altındaki figüranlardan birisidir öykü kişisi. Daha sonraki "parası yoktu" ve "dileniyordu" vurgularında açıklık kazanan gerçeklik, söz konusu kişinin kapladığı statü basamağına özgüdür. Başarısızlık olgusunun geniş çevresini daraltıp metiniçi gerçekliği kuşatacak biçimde açımlarsak, öykünün temel sorunsalına uzanan yola girmiş oluruz. Buna göre, metin içi anlamıyla başarısızlık, bireyin toplumsal yıkımdan payına düşen küçük rolü gereğince oynayamaması, bir bakıma bu rolü bir kenara itip, kendi seçtiği role soyunmasıdır. Verili rolün yadsınması, yargıç - bireyin gözünde bir suçtur ve ceza öykü boyunca değişik biçimlerde yürürlüğe konur.
kaynak : Korkuyu Beklerken - Oğuz Atay, İletişim Yay., 2006 İst , 23. baskı sf 200-201


Re: Beyaz Mantolu Adam

Oykunun son indirilme tarihi bugun, ama link gorunmuyor.
Yok mu son bir sans?


Re: Beyaz Mantolu Adam

""
İnsanlarla iletişim kurmaya çalışmıyor ama biri onunla iletişim kurduğunda bunu reddetmiyor, kendisinden istenileni yapıyor.

Atay'ın, karakterimizin çocuksu bir ruha sahip olduğunu birkaç yerde hissettirdiğini düşünüyorum. Barış'ın mantoya anne rolünü çizmesi bu konudaki fikrimi pekiştiriyor. Öyküdeki şu ifadeler, ne düşündüğünü pek bilemediğimiz adama dair önemli ipuçları içeriyor:

""
Karşı sırada oturan bir adam gülmsüyordu. Önce aldırmadı adama. Fakat gülümseme bitmedi. Telaşlandı, kemerini düzeltti. Gülümseme bir türlü durmuyordu. Yakasına, eteklerine, sargıların üzerindeki iplere baktı: Hayır çözülmemişti. Uygunsuz bir durumu yoktu kılığının, biraz ferahladı. Gülümseyen adama tatlı gözlerle baktı. Kendisine bakılmadan gülümsendiğini anladı sonunda. ( s. 22 )

Çevresindeki hemen hiçbir söze aldırış etmeyen, üstündekilerin ne olduğunu umursamayan bu adam; bir gülümseme neticesinde önce tedirginleşip daha sonra rahatlıyor. Sandığımız kadar da tepkisiz değil. Ama hiç ummadığımız bir yerden, üstelik bir tür alınganlığa takılıp böyle düşünüyor.


Re: Beyaz Mantolu Adam

Abdullah sandığımız kadar da tepkisiz değil demiş. Ben de bu konuda aynı şeyi düşünüyorum. Hatta adamın tepkisiz olduğunu değil sadece bizim alışık olduğumuz gibi her şeye alıştığımız tepkileri vermiyor. Biz de bu sebeple onun tavır ve duruşlarını anlamlandırmak da güçlük çekiyoruz gibi.