Bekleyiş
Günlerdir yağacak dedikleri yağmur, sonunda bu sabah sessiz sedasız geliverdi.
O sıkıcı, bulutsuz, masmavi gökyüzlerinden sıkılmıştım. Geceleri bile hafiflemeyen sıcak, nemli, bunaltıcı, bıktırıcı hava haftalardır sürüyordu. Gün boyu sıcağın altında, hiç kesilmeyen ağustos böceklerinin sesi çekilir gibi değildi. Güneş; hep aynı yakıcı gülümsemesiyle, hafif bir serinliğin kısa bir zamanda hissedildiği sabahların üzerine yükseliyor, gün boyu acımasız, pazarlıksız bir yakıcılıkla, tek bir bulutun görülmediği masmavi gökyüzünde saltanatını sürüyordu.
Televizyonların, radyoların haber sonlarındaki hava durumu bölümlerini bir süredir hiç kaçırmıyordum. Dışarıda, kapı önünde, sokakta sohbet eden insanların aralarındaki konuşmalar havanın nasıl olduğuna, bunaltıcı sıcaklara, bugün, yarın nasıl olacağına döndüğünde kulak kesiliyor, merakla ne konuştuklarını duymaya çalışıyordum.
Tekdüze, yağmur yağmayan, sıcak günlerden bıkmıştım. Yağmuru seviyordum. Yağacağını duyduğum günden sonra her sabah yaptığım ilk iş pencereden dışarı bakmak oluyordu. Bazı geceler de düzensizleşen uykularımdan uyanıp, bir türlü duyamadığım o yürek hoplatan gök gürültülerine, evin kuzeye bakan pencerelerindeki camlarda daha belirgin duyulan, yağmayan yağmur damlalarının sesine kulak kabartır olmuştum.
Gökyüzünü, bazı günler sabah kalktığımda, grinin tüm tonlarında bulutlarla, uzaklarda, arada bir çakan şimşeklerle görüp, gök gürültülerini duydukça sevinir, umutla, “İşte bu gün yağacak artık!” derdim. Yağmazdı.
Daha erken kalkar olduğum bazı sabahların alacasında, aydınlanmamış karanlığı, yağmur bulutlarıyla kaplanmış bir gökyüzü sanıyor, gün ışıdıkça belirginleşen birkaç gri, beyazımsı bulutu görünce hayal kırıklığına uğruyordum.
Bazı akşamlar televizyonun karşısında, içine bir iki kurumuş nane yaprağı atılmış ıhlamurumu içip, haberleri izlerken, yurdun bir bölgesindeki aşırı sağanak yağışlara özlemle bakar, ardından sellerin verdiği zararları, can kayıplarını duyunca üzülür, balkona kaçıp şehrin baskın ışıklarının üzerindeki yıldızsız, karanlık gökyüzüne dalıp kalırdım. Hep beklenenler beklenmedikleri, istenmedikleri yerlerde oluyorlardı nedense.
Bu sabah bir gariplik olduğunu daha uykuda anlamıştım. Bir rüya görüyordum. Rüya, şimşekli, gürleyen, bir türlü yağmayan bir gökyüzünün altında, beni yatağımda terler içerisinde bırakan, bir türlü açılmayan bir şemsiye ile ilgiliydi. Şemsiyeyi açabilsem belki yağmur da gelecekti ardından. Ne kadar sürdüğünü bilmediğim başarısız şemsiye açma çabalarımın sonunda uyandım. Odanın her zamankinden daha serin, hatta soğuk olduğunu hissettim.
Her zamankinden farklı bir şeyler vardı sanki. Kulak kabarttım, Evet! Yağmurun sesiydi bu.
Günlerdir beklediğim, pencerenin camlarına, Verdi’nin bir ariası gibi çarpıp, aşağıya doğru süzülüyordu. Bir süre, cama bakıp, her yandan gelen yağmurun tıpırtılarını, başka, farklı bir sesin her an onu durduracağından korkarak, kıpırdamadan dinledim.
Üzerimi giyindim. Şemsiyemi aldım. Çantamdaki kitabı çıkarıp, yerine bir şiir kitabı koydum. Dışarı çıktım. Her yanı bir ıslak toprak ve ot kokusu sarmıştı. Kenarlarında su birikintilerinin oluştuğu sokaklardan, kentin kenar mahallelerine doğru yürüdüm.
Havalarda her haliyle fark edilir bir değişme oldu. Yağmurlar artık fazla özlettirmeden yağıyorlar. Hemen hemen her gün gökyüzü, grinin tüm tonlarındaki yağmur bulutlarıyla dolu oluyor. Bazı günler, kentin kenarındaki bir tepecikten, bir şiir kitabının arasında unutulmuş işaret parmağımla, esen poyrazın önünde aceleyle bir yerlere doğru sürüklenen bulutlara bakıyorum. Yönünü yitirmiş bir damlacık, şemsiyemi umursamadan kitabın kapağına düşüyor. Üzerinde oturduğum taşın ıslaklığını ve soğukluğunu duyuyorum.
Bazen günlerce kesilmiyor yağmur. Pencereye vuran yağmurla karışık sulu karın sesine, elektrik direklerinde uğuldayan poyrazın uğultusu karışıyor.
Dışarı çıkılmıyor. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun altında, rüzgâr eldeki şemsiyeyi kırıp atıyor.
Haftalardır bir avuç mavi gökyüzü parçası göremedim. Bu kadar yağmur da yağar mı hiç? Mevsimlerin dengesi bozuldu. Bulutsuz, masmavi pırıl pırıl bir gökyüzünün altında, yağmursuz sıcacık günleri, derenin kenarında, kuş cıvıltılarının arasında, yemyeşil bir ağacın gölgesinde yatmayı, ağustos böceklerinin seslerini özlüyorum.
Re: Bekleyiş
Elinize sağlık. Öyküyü okurken o sıkıntılı bekleyişi yaşar gibi oldum. Anlatıcının yağmura olan özlemiyle nem yükü iyice ağırlaşmış ama yağmura dönüşemeyen havanın sıkıntısı at başı gidiyor. Anlatıcının bir türlü yağmak bilmeyen yağmuru bir takıntıya dönüştürmesi, bu nedenle uykularının düzensizleşmesi, vs. bu sıkıntılı bekleyişi tekdüzelikten de kurtarıyor üstelik. Dahası "masmavi gökyüzü" gibi hep olumlu çağrışımlarla karşımıza çıkan ifadelerin "O sıkıcı, bulutsuz, masmavi gökyüzlerinden sıkılmıştım." biçimine sokulması öyküye çok şey katıyor.
İki şeyin öyküyü aksattığını düşündüm. Birincisi şu bölümde:
Burada "Yoksa…! Yoksa…!" kısmı hiç olmasa daha iyi olurdu diye düşündüm.
İkincisi de öykünün sonuyla ilgili.
Havaların "artık" düzene girmiş olması bizi en baştaki "sıkıcı gökyüzü"ne geri getiriyor. Burada anlatıcının içinde bulunduğu durumun (bir sonraki mevsimi heyecanla bekleyip birkaç hafta sonra ondan da sıkılıvermek) bilincinde olarak "sıcak günleri özleme zamanı geliyor" demesindense tıpkı öykünün başında olduğu gibi bunu duygusal bir tepkiyle ifade etmesi daha vurucu olurdu diye düşünüyorum. "Havalar sıkıcı bir yağmur döngüsünü yineleyip duruyor. Güneşli günlere, bir dere kıyısında öğle uykusu çekmeye hasret kaldık." gibi ifadelerle düşünce dünyasından değil de duygu dünyasından seslense bize... Bilmiyorum diğer arkadaşlar ne düşünür
Öyküyü keyifle okudum. Güneşli havaları seven bir insan olarak yağmuru bekleyen bir kişinin sıkıntısına ortak olabildim
Re: Bekleyiş
Teşekkürler Eren.
Yönlendirmelerin için. Sözünü ettiğin bölümü kaldırdım.
Re: Bekleyiş
Şemsiyeyi izledim hikayede.. önce rüyadaydı, adeta yağmura hükmediyordu. Yağmur izin alıyordu şemsiyeden yağabilmek için: Yağmur şemsiyenin bir parmak işaretine bakıyor yağmak için..işte insan dediğimizin en büyük fantezilerinden biri.. tüm “aydınlanma” böyle bir şemsiye fantezisi ile devinir durur.
Sonra “rüyadan uyanınca” işler tersine döndü. yağmur ne şemsiyeyi ne de onun sahibini takmaz oldu. Kitabın üstüne damlayan damla şemsiyeye meydan okuyordu: kitap şemsiyedir. Rüzgarı kendine katan su dört duvar arasına hapsediyordu. Yağmur yaşamdı ve sandığımız gibi “kabın şeklini” almıyordu. Biz havayı durum olarak tasavvur ederken; hava, hava durumuna kayıtsız kalıyordu. Çoğu kez “insanın” yağmuru değil, sadece yağmurun hava durumunu onaylamasını beklediğini düşünüyorum.
Öte yandan “beklenenler beklenmedikleri, istenmedikleri yerlerde oluyorlardı” çünkü bizler neyi beklediğimizi tam olarak bilemiyorduk. Ne beklediğimizi tam olarak bilmeyince, beklediğimiz zamanda ve yerde olanlar dahi beklenmedikleri yerde olmak zorundadırlar. Yağmur beklenmediği yerde olur çünkü biz yağmurun ne olduğunu bilmediğimiz gibi, “beklediğimiz yağmuru” da tam olarak bilmeyiz. İşin aslı şu ki, biz “istemeyi istemeyi” bilmeyiz, onun için bekler dururuz.çoğu kez "bekleme” “içindeki istemeyi” örter, şemsiye gibi..Neyi beklediğimizden daha önemli olan budur oysa ki.. “istemeyi istemek” bir şeyi istemek değildir, hep daha fazlasıdır. İnsanlar güneşi yada yağmuru beklerlerken, güneşli günlerin yağmurlarını büsbütün unuttular... böylece” istemeyi” unuttular, beklemek adına. Onun için yağmur yağdığında güneşi, güneş açtığında yağmuru arar oldular... “istemeyi istemek” ne yarımı ne de bütünü istemektir. İllahi beklememiz gerekiyorsa, neden “istemeyi beklemiyoruz”ki..
Re: Bekleyiş
Mehmet'in öyküsü kadar sizlerin yorumları da öyküyü anlamlı kıldı. Ben öykünün finalini beğenmedim çok fazlqa. Kullanılan cümleleri mesela.
Cümleler farklı yerlerden gelmiş ve birleştirilmiş hissi uyandı bende.
Re: Bekleyiş
Teşekkürler Cihan.
Öykünün sonu ile ilgili dikkatimi çektiğin için.
Re: Bekleyiş
Ben öykünün girişinde öykü kişisinin özlemini çektiği o kapalı havaları hiç sevmediğimden, hele de kışa girmek üzereyken, öyküyü, bak şimdi, ne demeye istiyor ki soğuk havları diye diye okurken, finalde öykü kişisinin yeniden güneşli günleri özlemesi kısmını çok sevdim.
Öykü insanoğlunun bir yanını özetleyivermiş. Hep ötekini isteyen, hep özleyecek bir şeyler bulup çıkaran insan...
Öykünün finalinde insanın bir türlü memnun kalamama durumu çok hoş verilmiş. Eren'in düşüncesine katılıyorum. Öykü kişisi, güneşli günlere...hasret kaldık, gibi bir şeyler söylese...
Öykü kişisi şemsiyesi açık oturduğuna göre ve kitaba da damla düştüğüne göre, yağmur hâlâ devam etmekte. Yağmur henüz dinmemiş. O zaman geceden kalan damlacıklar değildir o parıldayanlar.
Gözüme çarpan bir iki yazım yanlışı:
koyulaştırdığım kısımda bir aksaklık var gibi geldi bana.
Yazarın eline sağlık.
Re: Bekleyiş
Elif Çınar'a çok teşekkür ederim.
Şemsiye-çiğ damlaları gibi bir matık hatası gözümden kaçmış. Demek ki anlatıda tasarlama ve olanın akışını izlemede yetersiz kalmışım. Orada olan biteni yeterince gözümde canlandırabilseydim, güzel olduğunu sandığım bir cümlenin o paragrafı mantıksız, saçma bir konuma sokacağını görürdüm. (çiğ damlaları)
Baştaki yazım hatasını düzelttim.
"O sıkıcı, bulutsuz, masmavi gökyüzlerinden sıkılmıştım"
Bölümüne baktım... Baktım... Baktım...
Evet bir "eğretilik", bir "tam olmamışlık" hali tabi ki var. Yerine ne yapabilirim, ne yazabilirim? Onu bilemedim. Ama, "öykünün "gökyüzlerinden" ile ilgili virüs"ün artık aklımı hep tırmalayacağından eminim.
Tekrar teşekkür ederim. Ben bir şeyler yazabilmeyi, kendimi ifade etmeyi öğremnek istiyorum. Sizin yardımlarınızla.
Re: Bekleyiş
Mehmet eline sağlık. TARIK
Re: Bekleyiş
Önce reşit olmak için bekleyişim, sonra çocukluğuma özlemim geldi aklıma öyküyü okurken. Sanırım insan isek bundan kaçamıyoruz.
Mehmet Sürücü dedi ki:
Günlerdir yağacak dedikleri yağmur, sonunda bu sabah sessiz sedasız geliverdi.
Bazı geceler de düzensizleşen uykularımdan uyanıp, bir türlü duyamadığım o yürek hoplatan gök gürültülerine, evin kuzeye bakan pencerelerindeki camlarda daha belirgin duyulan, yağmayan yağmur damlalarının sesine kulak kabartır olmuştum.
Yağmayan yağmur damlalarının sesini duymakla yağmura olan özlem çok güzel anlatılmış.Acaba ilk yağmurla birlikte şemsiye ve kitapla birlikte taşa oturulup, o taştan yaz gunlerini özleme süreci anlatılıp aradaki detaylar olmasa daha mı guzel olurdu diye düşünmedim değil. Zira taşın soğuğunu yavaş yavaş hissetmekle yağmurlu havalardan bıkış arasındaki ilişki çok guzel ifade edilmiş.
Beğeniyle okudum teşekkürler.
Re: Bekleyiş
ben tam bir öykü tadı alamadım. bir öyküde betimlemeden daha çok bir devinim ve kişisel görüşler bekliyorum.
bir kaç örnek vermek gerekirse:
Her zamankinden farklı bir şeyler vardı sanki.
paragrafından sonra farklı olan bana da farklı gelecek bir şeyler duymak istiyorum.
çantaya konulan şiir kitabıyla ilgili ayrıntı yok. şair kim? yağmurla ilişkisi ne? bu kadar beklenen bir doğa olayının ardından seçilen şiir kitabı tesadüflere bırakılamaz herhalde.
Kenarlarında su birikintilerinin oluştuğu sokaklardan, kentin kenar mahallelerine doğru yürüdüm.
bu paragraftan sonra da bir izlenim bekledim. görülecek insanlar... evler... sokak hayvanları... yağmurun başka insanlar için hissettirdikleri...
öykü bir yerinde kopmuş hissi yaşattı bana. daha geniş, daha öznel bir anlatım olabilirdi diye düşünüyorum.
teşekkürler mehmet abi.
Re: Bekleyiş
Öyküde çok başarılı bulduğum kısım, zaman geçişleri oldu. "Şimdiki zamanın hikâyesi"nden geniş zamana, oradan geniş zamanın hikâyesine geçişler öyküye müthiş bir ritim duygusu kazandırmış. Öykünün sürükleyiciliği konusunda asıl borç, zaman kullanımındaki bu başarıya ait bence. Ellerinize sağlık.
Bunun dışında;
Yağmayan yağmur damlalarının sesi, "duyulan" sözcüğündeki edilginlikle birleştiğinde tamlama öyle vurucu olmuş ki, şapka çıkarmak gerek.
Doğrusu,
Öykü kişinin en canlı anı bu ifadede bana kalırsa.
Ayrıca, oktay'ın yorumlarından aşağıdaki ifadeler,öykünün gerçeküstücü bir yaklaşımla -belki şemsiyenin kişileştirilmesi aracılığıyla- yeniden yazılabileceğini düşündürdü bana.
Son olarak, öykünün üzerine gittiği tema olarak düşünülebilecek "istemenin neliği"ni çok güzel yakalamış oktay.
"İsteme" kavramını en güzel temellendiren filozoflardan biri bana göre Schopenhauer'dir. İnternetten bulduğum iki kaynağı ek okuma olarak önerebilirim:
Kant ve Nietzsche’de İsteme Kavramı - Taşkıner KETENCİ, Metin TOPUZ
Schopenhauer Felsefesi - Can Murat DEMİR
Re: Bekleyiş
Teşekkürler Barış Acar. Bana (ihtiyacım olan) cesaret verdiniz.
Re: Bekleyiş
Öyküde bir durum, sıkıntılı bir ruh hali anlatılıyor. Seçilen ayrıntılar (ağustos böceklerinin sesi, açılmayan şemsiye gibi) bu ruh halini gayet güzel yansıtıyor. Ancak bir olay örgüsü barındırmayan bu tür öykülerde, dil biraz daha önem kazanıyor haliyle. Öyküdeki cümlelere baktığımızda, hepsinin öznesi yüklemi yerinde, son derece kurallı ve düzgün cümleler olduğunu görüyoruz. Bu durum anlatımı tekdüzeleştirdiği gibi, anlatılmak istenen sıkıntıyı, bekleyişi, sabırsızlığı, hayal kırıklığını vs. yapay kılıyor, bu duyguların yoğunluğunu azaltıyor diye düşünüyorum. Bence cümleler daha kuralsız, daha kendine özgü olsaydı, hem daha keyifle okur, hem de daha fazla hissederdik öyküdeki ruh halini.
Re: Bekleyiş
Merhaba,
Başlık öyküyle bütünleşmiş, iyi bir seçim olmuş.
Yağmur aşığı bir adamın sıcak havalara sitemi ve bir gece, hem de uykudan uyandığı bir gece, yağmura kavuşması söz konusu. İlk birkaç paragrafta merak unsuru güzel bir şekilde kullanılmış. Okurken, yahu kahraman niye bu kadar bunalıyor, derdi ne diye soruyor insan. Az sonra yanıtı ortaya çıkıyor, yağmur sevgisi. Son paragrafa kadar anlatılanların dozunun gayet yerinde gözüküyor ancak geçiş çok hızlı olmuş gibi geldi. Evet, insanoğlu böyledir, yazın kışı, kışın yazı özler ama öykü kişisinin yağmur sevgisi bana biraz ileri boyutta geldi. İlk okuyuşumda öyle algıladım en azından. Ancak kahraman sıradan biriyse- ki bana göre öyle değil, çok az insan yağmuru görünce sevinçle sokağa kendini atar çünkü- bu kabul edilebilir.
Bir de şu an bunları yazarken yağmur yağdığını ve perdeyi kenara çekip bir yandan yağmuru izlediğimi de eklemek istiyorum. Hafif bir serinlik, bir fincan kahve.. Bu arada aklıma gelmişken, sel felaketini öyküye katışınız da güzel olmuş. Ben de karı çok severim fakat, sokakta yaşayan, yaşamak durumunda olan insan ve hayvanları düşündükçe içim ürperir, karın yağışından aldığım haz boğazımda düğümlenir diyebilirim.
Son olarak öykünüzde dili kullanıma ait kimi hatalara rastladım. Bunlar şevkle yazarken kimi zaman gözden kaçabiliyor. Ama genel itibariyle sade, açık, akıcı bir dille atmosferi gayet güzel bir şekilde oluşturduğunuzu söyleyebilirim.
"grinin tüm tonları" tamalamasını iki kez kullanmışsınız, gözüme çarptı. elbette kelimleri bir bir incelemedim ancak basit bir sıfat, fiil ya da herhangi bir bağlaç olmadığından dikkatimi çekti. Leitmotiv değilse, başka bir şekilde ifade edilebilir sanırım.
"Yağmurlar artık yağıyorlar." cümlesindeki çoğulluk fazla durmuş gibi.
"Gökyüzünü, bazı günler sabah kalktığımda, grinin tüm tonlarında bulutlarla, uzaklarda, arada bir çakan şimşeklerle görüp, gök gürültülerini duydukça sevinir, umutla, “İşte bu gün yağacak artık!” derdim." kısmında kelimelerin sıralanışı anlatımın akıcılığını zorluyor. Uzunluğunun da bunda payı olabilir ama başı ve sonunu yakalamakta güçlük çektim ben.
Az önce son olarak demiştim ama -bu kez gerçekten söyleyeceklerim son sözler olsun. Kahramandan bir şiir, bir alıntı bekliyordum açıkçası. Öykünün havasına uyacak birkaç dizenin beni öykü sonunda beklediğini düşünmüştüm. Olsa hangi dizeler olurdu diye düşünüyorum şimdi de..
Kaleminize sağlık..
Başka öykülerinizi de okumak dileklerimle..
Re: Bekleyiş
Re: Bekleyiş
Öykü bana Nuri Bilge Ceylan'ın filmlerini anımsattı.Nasıl bir bağlantı kurduğumu tam olarak bilemiyorum. Belki o filmlerde hissettiğim yalnızlık ve durağanlık duygusunu burada da derinden hissettim.
Bekleyişi ne güzel özetliyor cümle, üstelik öykü boyunca ilgiyi de canlı tutuyor. "Geliverdi" den sonra ne olacak? Öykünün en dinamik noktası olarak kalıyor başlagıcı.
"Yağmuru bekleyen adamın" yğmurun altına koşacağını,belki kendini su birikintilerine atacağını sandım çünkü bekleyiş bende o kadar birikim yarattı ki... Ama olmadı. Daha yağmur gelmeden, uykusunda şemsiyesini açmaya çalıştı "yağmuru bekleyen adam". Gerçekten beklediği yağmur muydu, yoksa tekdüze bir hayat içindeki yalnız bir adamın yaşamın sıkıclığına bir hareket katabilmek için mevsimlere bel bağlaması mı? Ya da vazgeçmiş bir isteme mi?
"bekleyiş" öykünün ruhunu tamamlayan bir başlık olmuş, her mevsim hep beklenecek belki, belki tek gelebilecek şey o olduğu için.
Güneş; hep aynı yakıcı gülümsemesiyle, hafif bir serinliğin kısa bir zamanda hissedildiği sabahların üzerine yükseliyor, gün boyu acımasız, pazarlıksız bir yakıcılıkla, tek bir bulutun görülmediği masmavi gökyüzünde saltanatını sürüyordu.
Burada gülümseme sözcüğüne itirazım var. Yakıcı sözcüğü ise zaten aynı cümlede var.
İlk okuduğumda daha farklı şeyler düşünmüştüm, şimdi farklı şeyler. Galiba bu da iyi bir şey.
Öyküyü keyifle okudum gene. Teşekkürler.
Yeni öykülerinizde buluşmak dileği ile.