UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Arkeolojik Bir Keşif

05 Ağu 2012
oktay

Ukarişka kentinde yapılan kazılar devam ediyor!

Arkeologlar düzenlenen basın toplantısında prepaleolitik Ukarişka kentinde üç ay kadar önce yapılmaya başlanılan kazılarda, insanlık tarihine dair bilinenleri kökten değiştirecek devasa tabletlere ulaşılmaya başlanıldığını bildirdiler. Tabletlerin bundan 100 000 yıldan fazla zaman önce yazıldığını tahmin ettiklerini söyleyen bilim adamları, bunun homo sapiensin düşündüğümüzden çok daha yaşlı olabileceğinin birincil elden kanıtı olduğunu söylediler. Her halükarda mevcut bilgimizin çok temel değişikliklere uğrayacağını ekleyen bilim insanları, gelişmeleri kamuoyu ile paylaşmaya devam edeceklerini belirtip yaşanan gelişmelerin belki de insanlık adına şimdiye kadar yapılan tüm keşiflerden daha heyecan verici olduğunun bir kez daha altını çizdiler.

Tabletleri incelemek için oluşturulan uluslararası ekibin başkanı olan Prof. Ğuo, tabletlerdeki yazıların büyük kısmının silinmiş ancak hali hazırda okunabilir bölümlerin bilimsel değerinin tartışılmaz olduğunu dile getirdi. Aşağıda tabletlerden birinin dil bilimcilerce deşifre edilen çevirisi yayınlıyoruz.

""
(…) Çoğunluk kendi duvarıyla o kadar meşguldür ki diğerlerinin farkına varmaz .Sadece önündeki yıkılmaz duran taş mermer yapıya diker gözlerini.Duvarın ötesini hem korkuyla hem umutla ve de merakla bekler. Ama duvara fiske vuracak cesaretleri de yoktur, bir kazma alıp da girişiverelim demezler kendi duvarlarına. Beklerler, beklerler ve beklerler… Arada bir kendi duvarının dibinden ayrılıp, bir başkasınınkine yanaşan inşaat ustaları ve ellerinde balyozlarla yıkıcılar (Devamı okunamamaktadır.)

Ben de duvarın başındayım ama tüm gün duvarımı gözlemek ruhumu sıktığı için diğer duvar müdavimlerini gözlerim. Tabiatım böyle, ne yapayım? Uzun süre bir şeye dikkatimi veremem oldum olası, bir oraya bir buraya kayar istemsizce gözlerim. Ama sonunda duvarımı gözlerken diğer duvar müdavimlerini de gözleyebileceğim bir uğraş geldi aklıma. Böylece bir yandan diğerlerini gözlerken diğer yandan da duvarımla ilgileniyorum ; aklıma gelenleri bu mermer üzerine kaydediyorum. Eminim benden önce de duvarına böyle kayıtlar düşen pek çok duvar müdavimi olmuştur, şimdi düşününce bunu daha önce akıl edememiş olmama şaşıyorum. (Tablete bölümün bittiğini gösteren işaret kazınmıştır.)

*

(…) Geçen gün yine duvarımın önündeyim, bacaklarımı bir güzel uzatmışım, keyfim yerinde. Bekliyorum bir yandan da etrafı seyrederek, sonra bir de bakıyorum yüz metre kadar uzaktaki duvarın başında üç kişi... Duvarın demirbaş müdavimi, bir general ve bir doktor. Demirbaş artık usanmış şekilde boş gözlerle olanları izliyor. Komutan almış balyozu eline, duvara girişmiş, var gücüyle bir gedik açma peşinde. Kan ter içinde kalmış, umurunda değil, üniforması da toz toprak içinde… Doktor ise bir duvar ustası ciddiyet ve maharetiyle, duvarın incelen yerlerini yamıyor. Kim kazanacak diye merakla izlerken birden her hangi bir zafere gebe olmadığına kanaat getirdiğim bu savaştan sıkılıyorum (Bu kısım okunamamaktadır.) Bir er, elinde balyoz komutanın duvarını yıkıyor bu kez. Komutan çok kızgın aynı zamanda çaresiz, böğürüyor : “Bırak o elindekini orospunun evladı !” Asker umursamaz, vuruyor balyozu (Bölümün bittiğini gösteren işaret)

*

Küçükler var duvar müdavimleri arasında. Umursamaz olur bunlar, çişlerini yapanlarını bile gördüm duvara. Farz-ı misal, beş yaşlarında bir oğlan adını yazmaya çalışıyordu soğuk mermerin üzerine sidiğiyle. Bir yandan da bana bakıp sırıtıyordu velet. Ben de karşılık verdim hafifçe gülümseyerek. Bir kaç gün sonra öğrendim ki çocuğun üstüne yıkılmış duvar.

Şu anlattığım çocuğun duvarının yerine de hemen bir yenisi dikildi, ne ara oldu bilmiyorum. Zaten duvarlar ne zaman dikilir, kim örer bunları hiç bilmeyiz. Hangi duvar neden filanca kişiye verilmiştir anlamayız. Belki de duvarın bir kişiye verilmesi diye bir şey bile yoktur... Dedim ya, bir de bakarız ki duvar orada, sanki her zaman dikildiği yerde dikiliyormuş hissini verir o sapasağlam duruşuyla. Sanki manzaraya sonradan eklenen biziz.

Şamdan ustaları var bir de , bunlar kendi duvarlarını büyük duvarla aldatırlar. Ziyarete giderler koca duvarı, önünde uzun uzun, hıçıra hıçkıra ağlarlar. Hiç anlam veremem buna. Kendi duvarları yıkılmasın diye mi ağlıyorlar, duvarın ötesindeki bahçeye girmek için mi yalvarıyorlar, yoksa duvarı yıkmak istediklerini itiraf ederken gözyaşlarına mı boğuluyorlar? Bazen de diyorum ki sadece alışkanlıktan ağlıyor olmasınlar? Şu alış-kanlık meselesi de aklıma şarapçıları getirdi. Bu şarapçılar, içkiden çok ete bağımlıdırlar aslında, şarapçılıkları alışkanlıktandır : Şarap sevdası sadece rengindendir badenin -kan kırmızısı-.“İnsan eti“ severler bol kanlısından. Yamyamlık yaparlar, bunu “kurtuluşumuz” diye savunurlar. Bunlar da bırakır gider duvarlarını, şarap içmek için : Haftada bir gün kendi duvarlarından, dört duvar arasına sığınırlar.Ne kadar da “klişe”. Bu dört duvar arasında şarap içilir, dört duvar arasında yenir kanlı et. Yamyamlıklarından utandıklarından, gizlenmek için kullanırlar dört duvarı belki de? Bence bu şarapçıların “dört duvar tek duvardan iyidir” düşüncesinin altında “üç birden iyidir” düşüncesi ile ilgili bir şeyler olmalı.

Bir de bu üçe ve çokluğa karşı çıkanlar var. Kim demiş “üç birden iyidir” diyenlerdir bu muhalefet memurları. Onun için şarapçılar kadar duvarın başından ayrılmaya gerek duymazlar. Ne yapacaksak kendi duvarımızın başında da yapabiliriz derler. Mesela kurban mı kesilecek -ne kutsal bayramdır- duvarın dibinde boğazlanır hayvanat. Kan duvara akıtılır ki duvar bereketlensin, çiçek açsın dibinde. “Üç birden iyidir”i kabul etmeyen bu hilalcilerin, tam olarak dört duvara mundar gözüyle bakmadıklarını söylemek gerek. “Üç”ün cazibesine, kapılmadan edemiyor olacaklar ki, onlar da toplanırlar duvarlar arasında ama bir hilalin altında.

Hilalciler, hilallerine hayran hayran bakarken, hilal hep hilal olarak kalmaz tabii…Günü geldi mi dolunay oluverir. Dolunay ise kurt adama çevirir hilal sevdalılarını. Kan içici şarapçı vampirlerle, kurt adamların savaşıdır bu. Aynı soydan gelseler de birbirine düşman iki tür...Kurt adamlar,vampirleri sevmez ama en azından onların vampir olduklarını kabul ederler. Şöyle derler: ” Senin aslın kurttu, kan içen. Emirleri değiştirdin ve vampir oldun” Şarapçı vampirler ise “senin var bile değilsin, kurt adam ” derler hilal aşıklarına. Daha önce bahsettiğim şamdan ustalarından öğrenmişlerdir vampirler bu tavrı. Şamdan ustaları kendilerine nasıl davranıyorsa, onlar da hilal sevicilere öyle davranırlar. Oğul babaya çeker, derler.

Bu üçlünün hikayeleri de anlatmakla bitmez ama ben yine büsbütün sıkıldım bu hikayeden. Üstelik anlatırken de duvarımda bir çatlak gözüme çarptı . Bir kontrol ettirsem iyi olacak galiba... (Bölümün bittiğini gösteren işaret)

*

Şu çatlaklardan bahsetmiştim ya, o gün hemen bir usta çağırdım.Önce bana sonra duvara baktı, usulca incelemeye koyuldu.”Çatlak” dedi, “derin”.”İstersen sıvayalım, üstüne de boya çekeriz.Duvar yeni gibi olur.” “Mermer üzerine sıva mı çekilir” dedim, “Bir de boyayacakmış…hem “derin çatlak” da ne demek oluyor”… Utandı, önce bir şey söylemedi, sonra sessizce ” Napim?” dedi. “Elden başka bir şey gelmez” Bir şey istemem diyiverdim. “Peki” der gibi başını salladı, geldiği gibi hızlı adımlarla (Tablet kırıldığı için devamı okunamamıştır).

Buna benzer binlerce tablet olabileceğini belirten Prof. Ğuo, bu insanların söz konusu tabletleri tam olarak niçin yazdıklarını henüz bilmediklerini, içlerinde oldukça kişisel sorunlara değinilen tabletlerin döneme ait muhtelif sosyal ve ekonomik veriler de içerdiğini, kendisini ve ekibini asıl şaşırtanın ise söz konusu dönem içerisinde uygarlığımız seviyesinde bir medeniyete ulaşılmış olduğuna dair kimi kanıtların mevcudiyeti olduğunu söyledi.(Devamı ve daha fazlası için dergimiz “Ukarişka'nın Sırrı” özel sayısını bayiinizden isteyiniz.)

Kategori:

Re: Arkeolojik Bir Keşif

Öykü konusunda daha detaylı bir şeyler yazmayı sonraya bırakmak kaydıyla, gözüme ilişen, Oktay'ın dikkatinden kaçtığını düşündüğüm birkaç kelimeyi belirtmek istiyorum.

100000 yıldan (100 000 yıldan)
olduğu dile getirdi (olduğunu dile getirdi)
meşguldur (meşguldür)
Tabiyatım [Tabiatım)
mermer üzerine üzerine kaydediyorum.(üzerine iki kez yazılmış)
göz yaşlarına (gözyaşlarına)
alış-kanlık (alışkanlık) (Başka bir yerden yazı taşınırken tire gözden kaçırıldı diye düşündüm. Kelimeyi keserek bir anlatım denemesi yapıldıysa ben bunu anlayamadım.)

Bunun ötesinde, başta, anlatımın insanların, bireysel, kağıttan duvarlarını yıkamayarak, bir kısır döngünün, bir labirentte, taştan, tuğladan bir parça duvar olarak yer alması şeklinde geliştiğini düşündüğüm bölümler, sonrasında insanlık evriminin ulaştığı dinsel bölünmüşlüğün, ince bir alayla örülmüş alegorisine dönüştüğünü gördüm.

Dinsel ayrılık noktalarını çok iyi ifede eden simgeler, Şamdanlılar, Şarapçılar, evrimleşerek Kurtadam'lara dönüşen Hilalciler.

Burada başlarda düşündüğüm duvar(lar)ın imgesinden öte, anlamının, varlığının değişime uğradığını, gerek dört duvar olarak, gerek bir ağlama, uç duyguları rahatlıkla dökebilecek, dinsel bir metaya dönüşmüş, insanı bir "sunak" önünde kurban yapan yönü ön plana çıktığını düşündüm.

Bazen Barış Acar'ın; "Öyküyü ben yazsaydım nasıl yazardım?" sorusu geliyor aklıma. Sanırım daha başta, insanların bir labirentin parçaları olduğu bölümden öteye geçemezdim. Böylelikle de Oktay'ın böylesine ince dokundurmalarla (sözcüğü yumuşattım-dokundurmadan öte şeyler var) döşediği zekice mozaiği döşeyemezdim tabi ki.

Oktay'ın eline sağlık.


Re: Arkeolojik Bir Keşif

gerekli düzenlemeleri yaptım mehmet sürücü, işaret ettiğiniz ve yorumunuz için teşekkür ederim.

alış-kanlık bilinçli olarak bu şekilde yazıldı, word dosyasındandaki vurgularım yazı buraya alınınca yok olmuş, onu da düzelttim. bunun için de sağolun.
esenlikler..


Re: Arkeolojik Bir Keşif

Öykünün kurgusunu iyi bulmama ve sevmeme karşın Oktay'ın genellikle tercih ettiği fazla alegorik yapının söz konusu dokuya zarar verdiğini düşünüyorum.

Oktay'ın yakınlık duyduğunu tahmin ettiğim için Tarkovski filmlerinden örnek vereceğim. Yönetmenin filmlerinin her sekansı, her karesi uzmanlarca bir fikre ve alegoriye bağlanır neredeyse. Oysa Mühürlenmiş Zaman'daki notlarında Tarkovski'nin bu bağlam arama çabasının çok uzağında durduğunu fark ederiz. Sanki o kafasının içinde sahneyi görmekte ve onu sinema dilinde en iyi şekilde ifade etmeye çalışmaktadır. Alegorinin tam olarak neye karşılık geldiğini ve bunun nasıl olup da böyle olduğunu umursamaz.

İşte tam bu noktada Oktay'ın öyküyü güzel gördüğünü, ancak öykünün anlattığı şeyi öyküden daha çok önemsediği için dokuyu zedelediğini düşünüyorum.

Daha başka nasıl anlatırım bilemedim. Sürç-i lisan ettiysem affola.


Re: Arkeolojik Bir Keşif

söylediklerinden şu da çıkıyor barış acar : burada ben tarkovski isem sen de her "alegoriyi" bir fikre bağlayan uzman oluyorsun. bu durumda öykünün dokusunun zedelenmesinin müsebebbibi tarkovski midir yoksa uzman mıdır, bir şey söylemek zor...Smile

ben de sürç-i lisan ettiysem affola.

şaka bir yana, "arkeolojik bir keşfi" diğer yazdıklarım kadar sevmediğimi söylemek isterim.bu öykü de, diğer pek çoğu gibi yazıldıktan sonra değiştirilerek yeniden yazıldı ama bir türlü beğeneceğim şekilde yazılmayı da beceremedi.


Re: Arkeolojik Bir Keşif

oktay dedi ki:
söylediklerinden şu da çıkıyor barış acar : burada ben tarkovski isem sen de her "alegoriyi" bir fikre bağlayan uzman oluyorsun.

Evet, orası kesin. Smile