UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Alberto Manguel - Kelimeler Şehri

28 Nis 2010
Mehmet Sürücü

"Ortaçağ’da İrlandalı şairler buğday ve arpa tarlalarını haşarattan korumak için “sıçanları öldüresiye kafiyeye boğarlarmış”, diğer bir deyişle, kemirgenlerin yuvalarının bulunduğu tarlalara doğru mısralar okurlarmış.”
S.20

"Hikayeler, bürokrasilerin sınırlı imgelemlerine ve siyasetin kısıtlı diline, kelimelerin açık ve sınırsız ayna-evreniyle karşı koyarak bir arada oluşumuza dair bir imgeyi algılamamıza yardımcı olurlar.”
S32
Alberto Manguel-Kelimeler Şehri-YKY

Kategori:

Re: Şu Sıralar İzlediklerimiz, Okuduklarımız Üzerine

Alıntıları zevkle okuyorum. "Kafiyeye boğmak" epey ilginç Smile

Ben de Mothy Phyton and the Holy Grail adlı filmi izledim. Monty Phyton, İngilizlerin; tarihi, dini ve ulusal meseleleriyle dalga geçebilmiş usta bir komedi serisi. 70'li yıllarda çevrilmiş filmde, "Kral Arthur"la ve "Kutsal Kase" meselesiyle ilgili alaycı bir anlatım var. İngilizlerin; milliyetçilikleri, bugünlerini dayandırdıkları hikayeleri yerden yere vurulmuş. "Üzerinde güneş batmayan uygarlık nasıl kuruldu?" sorusunu gülerek, absürt bir şekilde yanıtlıyorlar. Tabi film sırasında anlayamadığım, bazı bilgilerden yoksun olmanın verdiği bir kaçırma hissi de oluyor. Esprilerin bir kısmı, İngilizlerin Milli tarih bilgilerine gönderme yapıyor.

Tabulara değinmek, tabularla dalga geçebilmek mevzusu bizde çok fazla gelişmedi sanırım.

Serinin bir filmi daha var elimde ve en kısa zamanda onu da izlemeye çalışacağım. Bu filmlerin çağdaşı olarak da Barış Acar sayesinde tanıştığım Figüranlar (extras) dizisini öneririm. İngiliz komedilerini, BBC yapımlarını takip etmek zevkli olabilir.


Re: Alberto Manguel - Kelimeler Şehri

Yalan

""
Biyologlara göre (aralarında Richard Dawkins de vardır), dil sanatının çok çeşitli başka özel işlevlerle birlikte yaşayan canlılarda gelişmeye başlaması, kendi kendine üreme yetisine sahip genlerin yaşamda kalma makineleri olan bu canlıların, birbirlerinin sinir sistemlerini ve toplumsal hareketlerini etkilemek amacıyla kendi aralarında etkileşime girmelerine dayanır. Bizzat imgelem, yani fiziksel olarak duyguların erişimi dışında kalan bir gerçekliği tasavvur etme yetisi de bu etkileşimin bir ürünüdür. Bu yaratıcılık sürecinin harika bir örneğini, kuşların ötüşü hakkındaki araştırmalarda bulabiliriz. Bilindiği üzere, bir atmaca beslenmekte olan bir kuş sürüsüne yaklaştığında, kuşlardan biri türdeşlerinin tehditten kaçabilmesi için ikaz niteliğinde bir ses çıkarır. Böylelikle nöbetçi kuş atmacanın dikkatini kendi üzerine çeker. Ve çoğu durumda da onun yemi olur. Çoğu durumda, ama her zaman değil. Bazen atmaca kuşu fark etmez ve pençeleri boş kalır. Yoldaşlarının yalnız bıraktığı nöbetçi kuş, işte o zaman, ağaçtaki meyvelerin hepsini tek başına, canının çektiği kadarıyla doyasıya yiyebilir. Şayet aynı durum tekrarlanırsa kuş ikaz niteliğindeki ötüşünün bir ağaç dolusu meyve ve rakipsizlikle sonuçlanacağını öğrenir bundan sonra, belki de yiyeceğin yeterince bol olmadığı zamanlarda, ufukta görünen bir atmaca olmasa dahi, yalnızca beslenmekte olan diğer kuşları elemek adına, ötmeyi deneyebilir. Kuş, bunu yaparak, deyim yerindeyse “yalan söyler”, bir tehlike durumu “uydurur” ve beşeri şartlarda “hayal gücü” olarak adlandıracağımız vasfını kullanır. Kuşlardan ya da gayri insani diğer varlıklardan bahsederken “yalan söylemek” ve “hayal etmek” gibi eğitimli bir öz farkındalık ima eden antropomorfik kelimeler kullanmak elbette ki hatadır, ancak bu örnek yinede homo sapiens türünün bireyleri arasında da görülen benzer bir örüntüyü yansıtır. Peki ama bu örüntü, nasıl olduda ortaya çıktı?
Sayfa:61-62

Kelimeler Şehri-Alberto Manguel-Yapı Kredi

Acaba bizler yalan söylemeyi ilk kez nasıl keşfettik? Başka canlılara karşı mıydı bu? (İlk atalarımdan bana kadar ulaşan bir vicdan sızısı nedeniyle-kendimi kandırmak için mi acaba böyle olmasını diliyorum?)


Re: Alberto Manguel - Kelimeler Şehri

Montaigne

""
"On altıncı yüzyılda Michael de Montaigne, birbirimizden korkutucu biçimde farklı ya da birbirimizi çekecek kadar benziyorsak da bizi birlikte olmaya sürükleyen nedenleri anlamaya çalışmıştır. Bordeaux şehri kütüphanesinde, Montaigne’in boş vakitlerinde üzerinden geçmek üzere yatağının başucunda bulundurduğu ve bizzat yazarın kaleminden çıkan açıklamalarla basımcı için not edilen düzeltmeleri içeren bir Denemeler nüshası vardır. Birinci kitaptaki 28. Deneme’de, Montaigne, 1563 yılında henüz otuz üç yaşındayken hayata gözlerini yuman ve ölümüyle derinden sarsıldığı kıymetli dostu Etienne de la Boetie’yle ilişkisi hakkında yazmıştır. “Benim anlattığım dostlukta,” der Montaigne, “ruhlar o kadar derinden uyuşmuş, karışmış ve kaynaşmıştır ki onları birleştiren dikişi silip süpürmüşlerdir, artık o bulunamaz olmuştur.” Montaigne’e göre bu türden bir ilişkide “ben” ve “öteki” arasındaki ayırım inkâr edilmez: her biri, bireyselliğini ve emsalsizliğini muhafaza eder; gözlemcinin baktığında “bulamadığı”,onları bağlayan ve dolayısıyla bir varlığı bir diğerinden ayıran “dikiş”tir. Bu dikiş bulunamaz ve tam da bu nedenle önyargı ihtimalinden bağımsız bir halde, yaftalanmadan kalır. Akışkan ve çok yönlü bir toplumun yalnızca iki kişi arasında değil, bütün üyeleri arasında yakalamaya çalışabileceği, işte bu belirgin görünmezlik, iki bireyi sevgi dolu bir ilgiyle birbirine bağlayan bu sarih ama tanımlanamaz “ayrılık”tır. Bu tip ilişkilerin bu denli geniş bir ölçekte imkânsız olduğu yargısına aceleyle varmadan evvel, şu soruyu sormamıza izin verin: Bu sanki dikişsiz ilişki, tam olarak neye dayanmaktadır. Montaigne buna yanıt vermenin imkânsız olduğunu itiraf eder. “Onu niçin sevdiğimi öğrenmekte ısrar edecek olursanız, bunu ifade edemem sanıyorum.” 1588 yılına kadar yayımlanan her Denemeler basımında paragraf bu cümleyle sona erer. Ancak 1592’de, ölümünden kısa bir süre önce. Montaigne bir tür yanıt bulur ve onu basılı kitabın sağ kenar boşluğuna yazıverir. “Bunu ifade edemem sanıyorum”un ardından, şık el yazısıyla “ancak şunu söyleyebilirim: Çünkü o, o idi,” sözlerini ekler. Yani, arkadaşının kimliğini belirleyen fakat kelimelerle ifade edilemeyen nitelikleridir onu sevmesinin sebebi, aralarındaki algılanabilir farklar değil, onu var eden içkin nitelikleridir. Ve daha sonra, birkaç gün ya da birkaç ay sonra, sanki kavramın bütün sırrı adeta bir ilhamla bildirilmiş gibi, Montaigne aceleyle ve farklı bir mürekkeple sözlerine üç kelime daha ekler ki, bizler bugün cümlenin tamamını dirayetle ışık saçan tek bir düşünce olarak okuyabiliriz: Onu niçin sevdiğimi öğrenmekte ısrar edecek olursanız, bunu ifede edemem sanıyorum, ancak şunu söyleyebilirim: Çünkü o, o idi; ben de bendim."
Sayfa:52-53
Kelimeler Şehri-Alberto Manguel-Çeviren; Esen Ezgi Taşçıoğlu-Yap Kredi Yay.

Beraberlikler, dostluklar, ilişkiler, kişilere kendi benliğini, doğal değişim içindeki öznelliğini sürdürme ve geliştirme olanağı tanımalı, bunu teşvik etmelidir. Varlığımız hep aynı “şey” değildir. Hem maddesel hem de ruhsal olarak. Zamanla, kendi bilinçli eğimimizle, yönlenmemizle hep değişiriz. Bu bizim özgürlüğümüzdür. Sevgiler her zaman bunu tanımalı bence. Ne onu ne de kendini…