UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Aklım Arkada Kalacak

14 Eki 2008
Barış Acar

Değişik Gözle
Cumhuriyet Yayınları
1998
s. 33-41

Son indirilme tarihi: 20 Ekim 2008
(Öykü forumdan kaldırılmıştır. Bkz.:Forum İşleyişi).

Kategori:

Re: Aklım Arkada Kalacak

Bu oykuyu ilk okudugumda Necati Cumali ile Yusuf Atilgan'in dedikoduya bakislari arasindaki farki dusunmustum once. Cumali'nin bu oykude iyice gun yuzune cikan insancil yaklasiminin, dedikoduya insan iliskilerinde sicak bir rol verme cabasinin karsisina Atilgan'in dedikoduyu bir araz, bir bozulmusluk gostergesi, toplumun insanlar uzerinde baski kurmasinin araci olarak goren yaklasimini koyup dusunmustum. Dedikodu deyince aklima ilk gelen yazari, Yasar Kemal'i de bunlarin yanina koyma geregi duymustum. Cumali ve Atilgan kisaca deginip gecmek zorunda kaliyorlar, oysa Yasar Kemal romanlarinda dedikodunun soylenceyle bulusan, onu besleyen yonunu de gorme sansina kavusuyoruz. Insanlarin iyi gunlerde her seyi en guzel yaniyla gormeye, gostermeye, gerektiginde kendi cikarlarina uydurmaya, hoslarina gitmeyen bir seye karsi tepki olusturmak icin kullanmaya vakfettikleri dedikodunun degisik boyutlarini yeri geldikce inceliyor Yasar Kemal. Yusuf Atilgan'in korkunc Necati Cumali'nin sevimli/ insancil bir gozle baktigi dedikoduyu Yasar Kemal'in dogal buldugunu, insan iliskilerinde oyle bir konuma yerlestirdigini dusunuyorum.

""
Hikaye mi ariyorsun dunyada? Al, iste! Burnunun dibinde. Su sokagin icinden gozune ilisen evi sec. Yeter ki gonlunde, o evin insanlarini tanimak isteyecek merakin olsun! Ne isin var uzaklarda?
Cumali'nin o evdeki insanlari tanima meraki olarak tanittigi sey, baska oykulerinden de gordugumuz kadariyla, hicbir zaman baskasinin kisisel haklarini baskilayacak bir konuma ulasamiyor. Onun yastiginin altinda silahla sus pus edip yatirdigi Beysehirli'ye kimsenin baska bir sey yaptiramiyor olmasi (bkz. Oyku Atolyesi) da bunun gostergesi degil mi? Cumali oykulerini bu kadar sevmemin bir nedeni de belki onun dunyayi anlayisli insanlarla doldurmasi, onlara sukunet ve insancillik asilamasi; insani toplumsal yasamdan soyutlamadan iyilige, guzellige yoneltebilmesi. Yusuf Atilgan'in surekli toplumdan kurtulmaya calisan insanlarina kiyasla Cumali'nin dunyasi bana daha sevimli gorunuyor. Belki Yasar Kemal'inki kadar gercekci degil her zaman (Beysehirli'nin, baska kisilerin, beklenenden daha yumusak basli, daha anlayisli olduklarini hatirlayalim), ama insan iliskilerinin baska turlusunun de mumkun oldugunu hissettirmesi bakimindan cok degerli.
""

Bir yerde, bir sokakta doya doya kalamiyor ki insan. Daha komsularin kimler? demeye kalmadan, bakiyorsunuz gununuz dolmus, baska bir eve, baska bir sokaga tasiniyorsunuz. Yahut bahtiniza, baska bir kentin yolu gorunuyor. Yoksa insan, dogru durust yanini yoresini tanimaya kalksa, bir sokaga cok iyi biliyorum ki omru ancak yeter.


Re: Aklım Arkada Kalacak

Yıl 1955. Demek ki Cumalı 34 yaşında. 34 yaş için ne kadar hüzünlü bir öykü bu. Kendimi yaşlı bulduğumu söylerim hep, Cumalı'nın yanında halt etmişim...

Öyküyü yeniden okuyunca yine bir garip oldum (Sanırım okurken Eren'in U.H. FM'de yayınladığı Endülüs Bahçesi'ni dinliyor olmamın da etkisi vardı bunda.). Kaç tane öykü sığmış bir öykünü içine:

"Nuri ile karısı, karısı kaçan Nuri'nin çcouklarının durumu, Nuri'nin muharebe yılları...",

""
Arada bir karşılaşırsak: "Ne var ne yok bey?" derdi. "Ne yazıyor gazetede?" Eline hiç gazete almamış, okuma yazma bilmeyen biri size gazetede ne yazıyor diye sorarsa ne anlatırsınız önce ona? Bulup seçemezdim söyleyeceğimi. "Şundan bundan" derdim kısaca.

"Halit Usta ve çiçek sapı gibi Mualla Teyze, geceleyin yanıp sönen ışıklar, Mualla'nın gidişi, Feriha'yla Saim'in çocuk saflıklarıyla bu gidişi taklitleri...", "İlkokul anılarını anlatan Melahat abla ile ona kitap getiren yüzbaşı Hayri Bey, subay olmaya özenip düdük talimi yapan Saim, piyade taburunun başka ilçeye gidişi...",

""
Ona sık sık "Melahat abla, subay olacağım" diyordum. Bilmem, ne söylemek istediğimi anlıyor muydu? Subay olup onunla evlenecektim.

"Hatice Nine'nin marulları...", "Sözlüsünün sekiz yerinden bıçakladığı İsmet Abla..."

""
İsmet Abla'yı görmedim bir daha. Bana onun hastaneye kaldırılırken kan kaybından yolda öldüğünü yıllarca söylemediler. Yıllarca taşlıklarda, mutfak köşelerinde duran küplerin arkasında eli buçaklı katiller saklanır sandım.

ve tabi bunların içinden geçip giden anlatıcının hikâyesi.

Eren de alıntılamış:

""
Hikâye mi arıyorsun dünyada? Al, işte! Burnunun dibinde. Şu sokağın içinden gözüne ilişen ilk evi seç. Yeter ki gölünde, o evin insanlarını tanımak isteyecek merakın olsun! Ne işin var uzaklarda.

Bu son kısım öykünün can damarı diye düşünüyorum. 1950 kuşağının, Camus ve Sartre etkisi taşıyan, varoluş sorunlarıyla boğuşan öyküsüne karşı bir bildirge gibi yazılmış öykü. Bu yıllar yoğun Sait Faik etkisi taşıyan yıllar aynı zamanda. Ancak, yine de, Demokrat Parti'nin özgürlük söyleminin ardından getirdiği baskı ve kültürel erozyon, İkinci Dünya Savaşı'nın ve Soğuk Savaş yıllarının getirdiği boğucu hava, varoluşçuluk akımının özgürlük kavramına bile taşıdığı karamsar atmosfer egemenliğini sürdürüyor.

Cumalı'nın öyküsü bu atmosfere karşı bir "Beyler, önce kendi sokağımıza bakalım hele!" çağrısı olarak okunmalı diye düşünüyorum.


Re: Aklım Arkada Kalacak

Evinden ayrılmak üzere eşyalarını toparlarken mahalleli ve çocukluğu hakkında, daha bir doğru ifadeyle çocukluğunun mahallelisi hakkında hatırladıklarını anlatırken, sık sık; o günlerden ne kadar az şey kaldı aklımda, onun ya da şunun hakkında hatırladıklarım yalnızca bunlar diyip duruyor, ama neredeyse tüm detayları bir bir sayıyor anlatıcı.

Demek ki daha çok hatırlayabilmek, belki de bu yaşananların ve bu kişilerin hep var olmasını, kendisini hep tekrarlamasını, hiç eksilmemesini çok istiyor.

Ne çok seviyor insanları...


Re: Aklım Arkada Kalacak

Öyküye dair yazılanların hepiciğine katılıyorum. Melahat abla, İsmet abla, Hatice nine, makinist, yüzbaşı Hayri bey... hemen hemizin komşularına benzer insanların öyküleri. Çocukluk günlerini barındırdığı için hüzün verici onlarca yüzlerce anı... Yazılanlara ek olarak şunu demek isterim: Anlatıcının, "yeter ki gönlünde o evin insanlarını tanıyacak merakın olsun..." cümlesinin geçtiği bölümde değindikleriyle hem öykünün adı, hem de anlatıcının öykünün sonunda dedikleri çelişir gibi geldi bana. Sanki tüm öykü, anlatıcının çocukluğunun geçtiği bu mahalledeymiş gibi. Oysa onun yaşadığı başka bir yer var şimdi ve biliyoruz ki orada da onlarca yüzlerce öykü var. Öyküye verilen bu ad ve son paragraf anlatıcının değindiği bizim de(ya da benim de) katıldığım(ız) düşünceyi yalanlamıyorsa da boşa çıkarıyor. Arkada kalmasın gözü, başka yerlerde başka bir sürü öykü onu beklemiyor mu?(Bunu Cumali için söylemiyorum, o yazmış öykülerini, bunu bu öyküdeki öykü anlatıcısı için söylüyorum.) Confused


Re: Aklım Arkada Kalacak

öyküyle ilgili yapılan yorumlardan sonra aslında söze gerek yok kanımca, ama gene deBarış'ın aşağıdaki alıntı ile yaptığı tesbitin altını çizmek isterim:

""
""
Hikâye mi arıyorsun dünyada? Al, işte! Burnunun dibinde. Şu sokağın içinden gözüne ilişen ilk evi seç. Yeter ki gölünde, o evin insanlarını tanımak isteyecek merakın olsun! Ne işin var uzaklarda.

Bu son kısım öykünün can damarı diye düşünüyorum. 1950 kuşağının, Camus ve Sartre etkisi taşıyan, varoluş sorunlarıyla boğuşan öyküsüne karşı bir bildirge gibi yazılmış öykü. Bu yıllar yoğun Sait Faik etkisi taşıyan yıllar aynı zamanda. Ancak, yine de, Demokrat Parti'nin özgürlük söyleminin ardından getirdiği baskı ve kültürel erozyon, İkinci Dünya Savaşı'nın ve Soğuk Savaş yıllarının getirdiği boğucu hava, varoluşçuluk akımının özgürlük kavramına bile taşıdığı karamsar atmosfer egemenliğini sürdürüyor.

Yazarların, kendine döndüğü , bireye, bireyin çıkmazlarına ilgi duyduğu,farklı anlam arayışları, yeni üslup denemeleriyle toplumdan uzaklaşma eğiliminin arttığı dönemde yazıyor Cumalı öyküyü. Sanki sırf
""
Hikâye mi arıyorsun dünyada? Al, işte! Burnunun dibinde. Şu sokağın içinden gözüne ilişen ilk evi seç. Yeter ki gölünde, o evin insanlarını tanımak isteyecek merakın olsun! Ne işin var uzaklarda.
söylemek için yazıyor öyküyü. (Çünkü öykü akıp giderken birden bire lafı keserek söylüyor bunu, bir iç konuşma gibi çıkıyor aradan cümleler.) Bunun için de hikaye içinde hikayeler anlatarak, anlatacak ne çok şey olduğunu göstermek istiyor. Üstelik fazlaca hatırlamadığı halde onca anlatacak şey buluyor bir zamanlar yaşamış olduğu sokakta. Burada sürekli kalabilseydi daha ne hikayeler, ne ayrıntılar bulurdu anlatacak. Ama gel gör ki, hiç bir yerde sonsuza dek kalmak mümkün değil, ardından birileri gelsin de, gözlerini mahallesine, sokağına, ülkesine, çevirsin anlatsın istiyor"burnunun dibindeki", hikayeleri...Ancak gidişat bunu göstermiyor, bu yüzden aklı arkada kalacak yazarın.
Bana öyle geldi ki, Nuri'nin yıllarca sıcak savaşın içinde bulunmuş olması, savaşla ilgili yorumları, yaşam mücadelesi "bunalım edebiyatı" için "hayat devam ediyor"un özel bir örneğidir. Ve Nuri de o koşullar içinde bir anlam arayışı içindedir. Bir anlam veremediğinden de yalnıca"acayip" deyip geçmektedir. (sanki çok düşünenler başka bir şey mi demiştir? -bu da benim yorumum-:))
Kısa kısa geçtiği hikayelerde sevdiğim şey hep kadına bir kimlik veriyor, erkeğe de tabi; ama özellikle kadına.Bunun bazen özellikle yapıldığını düşünüyorum. Kahramanlar öykünün sonunda çoğunlukla değişiyor,değiştiriyor. Hiç bir şey durağan değil. Yusuf Atılgan'ın öykülerine "düşünen öyküler" Cumalı' nınkine de "yaşayan öyküler" diyesim geliyor.


Re: Aklım Arkada Kalacak

""
Yusuf Atılgan'ın öykülerine "düşünen öyküler" Cumalı' nınkine de "yaşayan öyküler" diyesim geliyor.

ne güzel, ne iyi diyorsun derim ben de. Ve hatta bu söylemine küçük bir farkla katılmak istiyorum.
Ben Atılgan'ın öykülerine "düşünen öyküler" yerine "yaşama katılmayı reddedenlerin" öyküleri demeyi tercih ederim.