UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Aaah be Asan ağbi

05 Nis 2014
Mehmet Sürücü

Ağbi yeğenin geldi geçen. Döküntü bir renoyla. Atmış arkaya bir sürü şişe şarap. Gel dedi, yılan balığı tutalım Eğridere’de dedi.

Yorgundum. Ektiydim o gün bir dolu tarla soğan. Zaman kalmadıydı ne Saif Faik’e ne de Edgü Ferit’e. Yorgundum.

Ama hatırı vardı arada şarabın ve balığın yılan olanının.

Atladık arabaya.

Geçtik kıvrılarak burunlardan aşan yoldan. Vardık o eğri dereye.

Yüz yıllardır dereyle hasbıhal çınarlar oradaydı. Tesbih çiçeği kokusu, kıyıdaki taşlar, taşların altında kırkayak, solucanlar, ishal olmuş arılar, boş kovanlar ve dere ve de biz.

Ben mantarıyla uğraşırken kızıl sultanın, yeğenin ucundaydı oltanın, kardeşi solucanla.

Sonrası çalık, kum, kızıl tat. Tesbihçiçeği kokusu, dere akışı, kuş demesi. Şarap saragossa derini. İçtik yeğenin le ben. Mantar şahit.

Sonra senden dedi o. Amcamdı dedi. Yapmayacağdı böyle dedi. Ama olmaz ki böyle dedi. Dedi de dedi.

Aaah be Asan Ağbi. Haksız da değil hani. Sırası mıydı? Zaman mıydı ölecek?

Kategori:

Re: Aaah be Asan ağbi

Sanki Eduardo Galeano okuyormuşum hissine kapıldım. Bir yada birkaç paragraflık, tek bir durumu yalın ama bir o kadar çarpıcı basit cümlelerle anlatan kısacık bir anlatı. Buradaki baskın öğe, bir alt kültür ve onun yerel ağzının baskın bir lehçeyi nasıl deforme ettiğiyle de ilgili sanıyorum... Siz ne dersiniz?