UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



19. Yüzyıl Rus Gerçekçiliği Üzerine Notlar

21 Eki 2008
Barış Acar

B. Sadık Albayrak

“Kendini bütünüyle yalan yazmaya veren insanı aklının ve yeteneğinin terketmesi ne yüce bir gerçek!”
Belinski

“Gerçek, güzel şeydir, kendisine hizmet eden yazarın eksiklerini kapatır. (...) Seni uyardım, sanatın, yeteneğin damlası yok bende dedim ve sen artık benim hikâyemin bütün üstünlüğünün gerçekliğinde olduğunu biliyorsun.”
Çernişevski

“İki yüz yıldan fazla bir süredir ben bu yalçın kayanın üzerinde otururum ve bu süre içinde yandan da olsa, gözümün ucuyla da olsa, güneşe bakabilmişimdir... Ama bugüne dek gerçeğin yüzüne bir kez olsun bakamadım.”
Saltıkov-Şçedrin

Bu cümlelerin de bir parçası olduğu 19. yüzyıl Rus edebiyatı, güneşten daha yakıcı bir gerçekliğe bakabilme cesaretinin ve yaratıcılığının ürünüdür. 19. yüzyılın ilk yarısında Fransa’da, özellikle Balzac’ın yapıtlarıyla yükseklere çıkan gerçekçi edebiyat, yüzyılın ikinci yarısında Rusya’da olağanüstü ürünler verdi. Lukacs’ın özlü saptamasıyla, “Büyük Fransız gerçekçileri kendilerine yaraşır mirası ancak Rusya’da buldular.” Rusya’da 19. yüzyıl gerçekçi edebiyatının gelişmesinde Fransız romanının mirasçılığının etkisi olduğu kadar, bu toprakların yetiştirdiği yazarların yaratıcılıkları ve katkıları da bu başarıda belirleyicidir. Bu başarının oluşturucuları arasında yüzyılın başlarında doğan ve ortalarında en olgun ürünlerini veren gerçekçi eleştiri önemli yer tutar. Belinski, Çernişevski ve Dobrolyubov’un adlarına yazılı 19. yüzyıl Rus edebiyat eleştirisi, dünya edebiyat tarihi açısından benzersiz bir deneye yol açmıştır. Edebiyat eserlerinin incelenmesiyle ortaya konan eleştiri, okurlarla eser arasında daha köklü ilişkiler kurarken, yazarların yeni yapıtlarına da ufuk açıcı çözümlemeleriyle yön vermiştir.
Bu eleştirinin daha önemli niteliği edebiyat eseri ile toplum arasındaki ilişkileri ortaya çıkarırken, bunu hep kölelik koşullarında yaşatılan Rus köylüsünün politik kurtuluşuna bağlama becerisini gösterebilmesidir. Özellikle Dobrolyubov’un eleştirilerinde edebiyat eserinin incelenmesiyle bu politikanın somutlanması ve geniş okur kitlesine ulaştırılması çabası başarıyla bütünleştirildi. Lunaçarski, devrimden sonra Dobrolyubov anısına inşa edilen anıtın açılışında yaptığı konuşmada onun bu başarısına dikkat çekiyordu:

“Edebiyat eleştirisi denemelerinden her biri, esasında toplumsal sorun üzerine bir araştırmadır. O sıralar Rusya’da sosyalizmi açıktan vaaz etmek elbette olanaksızdı. Çernişevski, bunu kâh roman biçimine büründürdü, kâh Dobrolyubov gibi eleştirel makale biçimine büründürdü, ancak, Dobrolyubov’un şu ya da bu roman ya da drama vesilesiyle, göz kamaştırıcı bir keskin görüşlülükle ve büyük bir ikna gücüyle sosyalist propaganda dolu koca araştırmalar yazmakta kullandığı hayranlık verici sanat en büyük dikkati sarfetti.” (s. 272)

19. yüzyıl Rus gerçekçi eleştirisi yalnızca edebiyatla da sınırlı kalmamış, resimde, müzikte etkileri olmuştur. Bugün açısından, bu dönemin eleştirisini ve edebiyatını incelemek bizim için önemlidir. En başta, klasikleşmiş bu gerçekçi edebiyatı, Puşkin, Gogol, Belinski, Herzen, Turgenyev, Gonçarov, Çernişevski, Dobrolyubov, Dostoyevski, Tolstoy, Şçedrin, Çehov, Gorki’nin eserlerini okurken bu incelemeye ihtiyaç duyuyoruz.

Bu dönem, yukarda belirttiğimiz ilginç deneyin sonuçlarının çıkarılması açısından da incelenmeyi hak ediyor. Gerçekçi eser-eleştiri ilişkisinin etkin biçimde kurulduğu ve birbirini geliştirdiği bir deneyin derslerini çıkarmak için...
19. Yüzyıl Rus gerçekçiliğinin bir başka önemli boyutu, eşitsiz gelişmenin yaşandığı bir dünyada, edebiyatın eşitsiz gelişme süreçlerinden nasıl etkilendiğini araştırmak için, neredeyse, bir laboratuvar zenginliği taşıması. Avrupa’nın öteki bölgelerine göre kapitalizmin daha geç geliştiği Rusya’da, burjuva aydınlanmasının sınırları ve çelişkileri daha çabuk ortaya çıktı. Avrupa’da sosyalist düşünce ve eylemin belirginleştiği koşullarda feodal toplumun çelişkilerini aşmaya çalışan Rusya’da klasik burjuva aydınlanmasının aşılması kaçınılmazdı. Belinski ve Herzen yüzyılın ilk yarısında Avrupa’da iktidardaki burjuvazinin emekçi ve özgürlük düşmanı yüzünü görmüşlerdi. Rusya’da, feodalizmi aşmak için ortaya atılan çözümler bu bilincin derin izlerini taşıdı. Batıcılar ile Slavseverler arasındaki tartışma eşitsiz gelişmenin sonuçlarından biriydi. Kendine özgü toplumsal gelişmesi olan bir Rusya hayâli ve Rus sosyalizmi, kapitalizmin yol açtığı sefalet ve yozlaşmayı yaşamadan feodalizmden kurtulma çabasının ürünüydü. Böylelikle 18. yüzyılda özellikle Fransa merkezli gelişen Aydınlanma, 19. yüzyılın ortalarında Rusya’da ütopik sosyalizmle buluştu ve yepyeni niteliklere büründü.

Rus edebiyatı, eşitsiz gelişmenin belirleyiciliğinde gelişen bir gerçekçi edebiyat olarak, benzeri etkiler altında oluşan bizim edebiyatımızı anlamak açısından da incelenmesi gereken bir edebiyat. Böyle bir incelemenin sonunda birçok ortak çizginin belirleneceğine inanıyorum.

Rusya’nın miladı

Rusya’nın miladı Büyük Petro’nun reformlarıyla başlıyor. 1689-1725 yılları arasında hükümdarlık eden Büyük Petro, Rusya’yı Batıya açan Petersburg şehrini kurdu. Doğuda ve batıda işgalci bir politika izleyen Rusya için ordunun modernizasyonu zorunluydu. Petro reformları Rus ordusunu yeniden düzenledi. Savaşçı bir ordunun donatılmasını sağlayacak üretimi örgütlemek için büyük fabrikalar kuruldu.Tarih kitapları Petro döneminde, çok sayıda işçi çalıştıran yüz civarında fabrikanın kurulduğunu kaydediyorlar. Sıkı bir vergi düzeni kuran Petro, soyluluğun bazı ayrıcalıklarını ortadan kaldırdı, sınıfsal hiyerarşiyi mülkiyet miktarı ve bürokrasideki mevkilere göre yeniden düzenledi. Devletin örgütlenmesinde Avrupa model alındı. Yetkileri sınırlı olmakla birlikte bir meclis kuruldu. Rus tarihinde Petro’dan sonraki dönemi belirleyen mücadelelerin çıkış noktası bu değişikliklerin getirdiği yenilikler oldu. Rus aydının doğumunda da Petro’nun reformları belirleyici oldu.
Petro’nun ardıllarından Çariçe Katerina Fransız Aydınlanmacılarıyla yakın ilişkiler kurdu. Aydınlanmacı despot rolü oynamayı denedi, Diderot’yu Rusya’ya davet etti, hatta ondan Rusya için reform projeleri bile istedi. Ancak görüntü ile öz uyuşmuyordu, Diderot Rusya’dan düşkırıklığıyla döndü; geniş bir ülkede milyonlarca köylünün köleliği üzerine kurulu bir imparatorlukta, sözde de olsa Aydınlanmacılığın bir sınırı vardı. Fransız İhtilali bu sınırları iyice daralttı. Walicki ihtilalin Katerina üzerindeki etkisini şöyle yazıyor: “Fransız kralının idam edilmesi Katerina’yı başına bir “balyoz darbesi” yemişçesine “sersemletti” ve onu Ansiklopedicilerden ayrılacağı yolun ayrımına getirdi. Ansiklopedicilerin büstlerini, geride yalnız Voltaire’inki kalana dek, yalnızlığına çekildiği salonundan (Hermitage’dan) uzaklaştırdı. Sonunda Voltaire’in büstü de sarayın mahzenine sürgün edildi.”

İlk devrimci aydın

Aynı dönemde, Katerina döneminin görünüşte de olsa açtığı Aydınlanma ve özgürleşme rüzgarının biçimlendirdiği ilk Rus aydınları sahneye çıktı. Bunlardan en önemlisi Aleksandr Radişçev (1749-1802) bir toprak sahibi soylu aileden gelmesine rağmen, soyluluğu ortadan kaldıracak bir devrimin hayalini kuracak kadar ileri gitti. Yetişme yılları, Katerina iktidarını sallayan büyük bir ayaklanmanın, Pugaçev isyanının (1773-1774) sarsıntıları arasında geçti. Yayık nehri boylarında başlayan ayaklanma bir yıl içinde ilerleyip gerileyerek neredeyse Moskova’ya dayanıyordu. Kültürlü ve insancıl bir aileden gelen Radişçev’i ve ailesini köylülerin ayaklanmacılardan kurtarmak için sakladıkları söyleniyor. Radişçev, serflerin yaşadığı insanlıkdışı koşulların değiştirilmesi için yürekli düşünceler ortaya attı. Rusya’da ardıllarının daha ağırıyla karşılaştığı sürgünle cezalandırıldı. Walicki’ye göre, Radişçev’in Rusya’nın ilk devrimci aydını nitelemesini hak edecek ölçüde köklü ve derin düşünceleri vardı. 1860’lı yılların devrimci demokratlarının öncüsü olarak değerlendirilebilir. Rusya insanının kurtuluşu için içinden çıktığı sınıfın ortadan kaldırılmasını zorunlu buluyordu. Düşüncelerinin ve umutlarının ne kadar köklü olduğuna şu sözleri tanıklık edebilir:

“Ah, zincirler altında iki büklüm, çaresizlikten çılgına dönmüş köleler, onları tutsak kılan demir parmaklıklarla kafalarımızı, insanlıkdışı davranan efendilerinin kafalarını bir ezseler ve tarlalarını bizim kanımızla kıpkızıl etseler! Ülkenin bundan kaybı ne olur? Çok geçmeden aralarından, öldürülen kuşakların yerine geçmek üzere büyük adamlar yetişecektir; ama onların kafaları bir başka kafa olacak ve ellerinde başkalarına baskı yapma hakkı bulunmayacaktır. Bunlar bir düş değil; bakışlarımın geleceğe gözlerimizi kapatan içinde yaşadığımız zamanın kalın perdelerini delip geçmesiyle, tüm bir yüzyılın başından sonuna uzanan bir uzaya baktığımda görebildiğim şeyler.”

Rusya’nın ikinci miladı

Radişçev, Rusya’nın insanlıkdışı koşullarında pek uzun yaşayamadı. Rusya’nın ikinci miladı 1812 Savaşı oldu. Napolyon ordusunun Moskova’yı işgali ve Rusların şehri kurtarışları, Fransız ordusunun yenilgisi, dünyanın geri kalmış bölgelerinde olduğu gibi, modernizasyonun temel gücü haline gelen ordu içinde köklü etkiler yaptı. Rus ordusu içinde örgütlenen yenilikçi subayların 1825 Aralık’ındaki başarısız Dekabrist ayaklanmasıyla bu dönem de kapanıyordu. 18. yüzyılın ikinci yarısını Petro reformalarına tepki ve karşı tepkilerle yaşayan Rusya’nın, 19. yüzyılı da, 1812 Fransız-Rus Savaşı ve ardından Dekabrist ayaklanmasının bastırılmasının ortaya çıkardığı toplumsal eğilimlerin hayat arayışlarıyla geçti.

Edebiyat tarihlerinin ezberlerinden biri, politik baskı altında yaşayan bir toplumda tepkilerin daha dolaylı yollarla, edebiyat ve sanatla dile getirilmeye çalışıldığını iddia etmektir. Dekabrist ayaklanmasından sonraki Rusya için yapılan değerlendirme de bu yöndedir. O güne kadar felsefeyle pek alışverişi olmayan Rus aydınları Almanya’da zirveye çıkmış Hegel felsefesini öğrenmeye ve tartışmaya girişmişlerdir. Fichte, Hegel’in açtığı yoldan Genç Hegelciler ve materyalist Feuerbach da girmiştir. 1850’lere doğru Rus aydınları iyiden iyiye Feurbach’ın taraftarı olmuşlar ve ütopik sosyalist Fourier’in toplumsal projelerini Rusya’ya uygulamayı düşlemişlerdir.Belinski bu felsefi etkileri kendi çalışmalarında ortaya koyuşuyla bir anlamda geçiş dönemini temsil eder. Fichte ve Hegel felsefesinden etkilenmiş, Hegel’den Marx’ın da aldığı diyalektik yöntemi eleştirilerinde başarıyla kullanmıştır. Yaşamının son yıllarında maddeci felsefeden de etkilenmiştir. Lukacs’ın 19. yüzyılın üç büyük eleştirmenini değerlendirirken yaptığı saptamayı tekrarlarsak, ellerindeki felsefi düşüncelerin sınırlarına rağmen topluma ve edebiyat eserine bakarken dahiyane bir sezgiyle bu sınırları aşmışlar ve diyalektik maddeciliğin çözümlemelerine yaklaşmışlardır.

Belinski (1811-1848), içinde Herzen ve Bakunin’in de bulunduğu Stankeviç Çevresi olarak adlandırılan bir aydın topluluğunda yetişiyor. Bu aydın toplulukları Rus aydının gelişmesinde önemli bir rol oynuyorlar. Belinski’inin felsefeyle ilişkisi ve eleştirilerinin toplumsal etkilerini değerlendirmek için 19. Yüzyıl Rus Aydınlanması kitabından uzun bir aktarma yararlı olabilir. “1830’ların ve 1940’ların felsefi sol’u içinde en öndegelen kişinin, ünlü edebiyat eleştiricisi Belinski olduğu kesin. Belinski’nin felsefe bahçesindeki gezintileri, on dokuzuncu yüzyıl yazınını, daha önce benzeri görülmedik ve o sırada bir eşine rastlanmayan derecede etkilemiş olan edebiyat eleştirileri denemelerinde bir çıkış yolu bulmuştu. Stankeviç Çevresinde tartışılan sorunlar, bu denemeler yoluyla, çok daha geniş bir çevreye ulaştırılmış oldu. Belinski’nin dramatik bir gelişme gösteren düşünsel evriminin tüm bir kuşağın görüşlerinin ana çizgilerini etkilediğini söylemek abartma olmaz.”

Belinski’yi toplumsal adaletsizliğe karşı duyduğu tepki ve nefret yönlendiriyordu. Bir hekimin oğluydu ve o güne kadar soylu ailelerden gelen Rus aydınları içinde halk kökenli oluşuyla yeni özellikler getiriyordu. Hiçbir kişisellik kaygısı gütmeden toplumsal ideallerine karşı çıkanlarla mücadele etti. Daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunduğu ve çok değer verdiği Ölü Canlar’ın yazarı Gogol, kendi eserlerini ve gerçekçiliği inkâr eden gerici bir kitap yayınlayınca, ona “zehir zemberek” bir eleştiri, “Gogol’e Mektup”u yazdı. “Burada sizin kişiliğiniz, benim kişiliğim değil artık sözkonusu olan: gerçekler, Rus halkı, Rusya gibi, benim kişiliğimden de, hatta sizin kişiliğinizden de üstün kavramlar sözkonusu burada.” diyordu. Gerçeklerin çarpıtılmasına, yalanın güzelleştirilmesine, sömürü ve zulmün meşrulaştırılmasına tahammül edemiyordu.

Belinski’nin sanat anlayışı

Belinski’nin sanat anlayışının temelinde gerçekçilik yer alır. Sanat eserinin değerini belirleyen şey yansıttığı gerçekliği doğru bir biçimde aktarmasıdır. Sanat eseri, içine doğduğu toplumun dinsel, siyasi, resmi, özel yaşamını kapsamlı ve derinlemesine anlatır. Belinski toplumların değiştiğini kavradığı için sanat eserinin de bu değişmeyle koşut geliştiğini görüyordu. Bir çağın sanatını anlamak ve değerlendirmek için o çağın gerçeklerini, tarihini ve toplumsal yaşamını iyi bilmek gerekir. Edebiyatta gerçekçilik karşıtlarının böylesi bir bilgilenme gerekliliği umurlarında bile değildir. Belinski şöyle der: “Şiirlerinin kaynağı olan yaşamları üzerine bilimsel bilgilerden yoksunsanız eğer, Grek ozanlarını anlamak, şiirlerinin tadına varmak konusunda fazla yol alabilmeniz olanaksızdır. Böyle bir bilgilenme ise, dağ doruklarında kanat çırpan ve düzlüklerde olup bitenleri öğrenmeyi kendisi için alçalma, aşağılanma sayan saf sanat açısından hiç mi hiç gerekli değildir.”
Yaşam devinim ve savaşım demektir, sanat da böyle olacaktır. Belinski’ye göre, artistik güzelliğin ölçütü yaşamın kendisidir. Sanat yaşamın içinden çıkıyor, yaratıcı biçimde onu yeniden kuruyor. Bu yeniden yaratışın doğruluğu ve derinliği sanatsal yetkinliğin doğru ölçütüdür.

Belinski, sanatın gerçeğin doğru yansısı olması gerektiğini savunurken, bunun basit bir kopya olmadığının da bilincindeydi. Gerçekçi edebiyatın en önemli kategorilerinden biri olan tipiklik, genel ile özelin yetkin bir bileşimi olarak bu yeniden yaratımda belirleyici olacaktır. “Gerçekliğin doğru bir biçimde verilmesi, tikel’in içindeki tümel (evrensel) olan öğenin açığa çıkarılmasını, yaşamda görülen sınırsız çeşitliliğin özünü içinde barındıran tipik olgunun, görünürdeki olgular kargaşası içinden süzülüp çıkarılmış evrenselliğin resmedilmesini gerektirir. Sanatta yapılan böyle bir genelleştirme, o ya da bu türden bir değer yargısında bulunma anlamına geldiği için, Belinski, “her bir sanat ürünü bir yanı tuttuğuna göre”, “saf sanat” diye bir şeyin söz konusu olamayacağı sonucuna vardı. “Nesnel” ve “öznel” edebiyat arasındaki fark, nesnel edebiyatın (içinde yaşanılan) gerçekliğe karşı eleştirel, aktif bir tutum takınmasından başka bir şey değildi.”

Belinski sanat eserinin, izleyicinin veya okurun duygularını ve imgelemini etkileyecek somut imgelerden örülmesi gerektiğini düşünüyordu.

Avrupa’nın büyük miladı

Gogol’e Mektup, Belinski’nin son yapıtlarından biri oldu. Komünist Manifesto’nun yayımlandığı yıl, 1848 yılında, Belinski, henüz 37 yaşında veremden ölüyordu. Aynı yıl Avrupa’yı sarsan son devrim dalgası, 1848 devrimleri yenilgiyle sonuçlanıyordu. İşçi sınıfının sosyalist bir toplumun kurucusu olarak komünist siyasetin netleştiği bir dönemde sahneye çıkışı ve burjuva sınıfının gericiliğinin tescillenmesiyle Avrupa’nın büyük miladı tarihe yazılıyordu. Rusya 1848 devrimlerinin bastırılmasıyla doruğuna çıkan gericilik dalgasından Avrupa ölçüsünde etkilenmedi. Lukacs, Rus gerçekçiliğini değerlendirirken bu şansın önemine dikkat çekiyor.

“1848 devrimlerinin yenilgisi, Rusya’nın ideolojik gelişiminde, Avrupa’nın geriye kalan kısmında olduğu gibi gericiliğe doğru bir sapma meydana getirmemiştir. Kısa da olsa belli bir sarsıntı dönemi kaçınılmazdı elbet. Fakat nispeten kısa bir süre sonra, ellilerin ortalarında, Rusya’daki demokratik düşünceler yeniden belirmeye başladı. (...) Demokratik düşüncede ortaya çıkan bu yeni gelişmenin klasik öncüleri ve temsilcileri Bielinski’nin yapıtının iki büyük mirasçısıydı: Çernişevski ile Dobrolyubov.”

1840’lı yılların ikinci yarısında etkin olan bir aydın topluluğu Petraşevski çevresini oluşturuyordu. Bu çevre, 1849 yılında çarlığın polisiye saldırısıyla karşılaşıp dağıtılmadan önce, çok ciddi bir felsefe ve ekonomi politik öğrenme ve tartışma ortamı yarattı. Fourier, Blanc, Prodhon, Leroux, V. Considerant, Feuerbach bu çevrenin en çok üzerinde durduğu düşünürlerdi. Bu çevre ütopyacı sosyalist Fourier’den çok etkilendi. 1849 nisanında Fourier’nin doğum günü için düzenledikleri törende, sosyalizmin Rusya’da başlatılacağına ilişkin iddialı konuşmalar yapıldığı kaydediliyor. Petraşevski, Fourier’ci bir falanster kurmak üzere topraklarını köylülerine bağışladı. Walicki’ye göre, Petraşevski çevresi Fourier’nin düşüncelerine, “hükümeti gerekirse zorla değiştirmeyi” içerecek biçimde katkı yapmıştı. Fourier’in “falanster”lerini Rusya’nın geleneksel köy komününden yola çıkarak gerçekleştireceklerini umuyorlardı.Bu çevrenin en etkili çalışmalarından biri de, yayınladıkları Yabancı Terimler Cep Sözlüğü oldu.Bu sözlükle, birçok ilerici kavramı ve düşünceyi, okurlara sansürü atlatarak öğretmeyi başardılar.

1849 Aralık’ında ise grubun önde gelenleri tutuklanıp idama mahkum edildi. Dostoyevski biyografilerinden bildiğimiz, o ünlü idam töreni ve çarın son dakikada gelen affı, Petraşevski çevresi üyelerinin başına geldi. Petraşevski çevresinin üyelerinden biri olan Dostoyevski’nin idama mahkûm edilmesine gerekçe gösterilen suçun, Belinski’nin Gogol’e Mektup yazısını okumak olduğunu bilmekte yarar var. Belinski, yazarlık döneminin başlarında desteklediği Dostoyevski’nin yaşamında böylesine dramatik bir rol oynadı. Dostoyevski’nin yapıtlarının arka planında, hep bu dönemde Petraşevski çevresindeki tartışmaların izleri vardır.

Aydınlatıcılar

1855-1865 dönemi Rusya’da toplumsal mücadelelerin yükseldiği bir dönem. Ülke çapında ilk devrimci örgüt Zemliya i Volya (Toprak ve Özgürlük) 1861 yılında kuruldu. Devrimci demokrat akım, köylü sınıfının, en geniş anlamıyla halkın çıkarlarını temsil ediyordu. Dönemin aydınlarına “Aydınlatıcılar” dendi. Bunlar küçük memurlar, rahipler ve yoksullaşmış köy zenginlerinin çocuklarıydılar. Aydınlatıcılar, 18. yüzyıl Fransız Aydınlanmasının yüzyıl sonra ve 1848 miladının ışığında geliştirilmiş biçimini temsil ediyorlardı. Ütopik sosyalizmle buluşan, tarih bilincine kavuşmuş ve arkasında geniş bir köylü sınıfının özlemlerinin yattığı bir Aydınlanma.

Onların önünde Çernişevski ile Dobrolyubov yer alıyordu.

Nikolay Çernişevski (1828-1889) bir papazın oğluydu. Din eğitimiyle başlayıp tanrıtanımaz bir felsefeye ulaştı. 1853’te “Sanat ile Gerçeklik Arasındaki Estetik İlişkiler” konulu master tezini hazırladı. Edebiyat eleştirilerini ağırlıklı olarak 1845-1857 döneminde yazdı. Daha sonra felsefe ve ekonomi politik alanında yoğunlaşabilmek için Sovremennik dergisindeki edebiyat bölümünün sorumluluğunu Dobrolyubov’a devretti. Sovremennik Puşkin’in kurduğu, Belinski’nin sürdürdüğü ve Aydınlatıcılar kuşağının devraldığı önemli bir dergiydi. Çernişevski’nin Sovremennik’te yazdığı makaleler bütün bir Rus devrimcileri kuşağının düşüncelerinin ana çizgilerini belirledi. Çernişevski, 1862 Temmuz’unda yurtdışındaki Rus çevreleriyle ilişki kurduğunu gösteren bir mektup bahanesiyle tutuklandı, Petro ve Paulus kalesinde iki yıl tutuklu kaldı. Nasıl Yapmalı? romanını hapishanedeyken yazdı. 14 yıl kürek cezasına ve ömür boyu Sibirya’da sürgün kalmaya mahkûm edildi.
Sansür’ün Sovremennik’te tefrika edilmesini önleyemediği Nasıl Yapmalı? romanı genç kuşaklar için bir “yaşam ve bilgi ansiklopedisi” işlevi gördü.

Çernişevski’nin sanat anlayışında yaşam kavramı önemli bir yer tutar. Ona göre, “güzel yaşamdır; içinde yaşamı kendi anlayışımıza göre olması gerektiği bir biçimde gördüğümüz varlık güzeldir; kendini yaşamda dile getiren ya da bize yaşamı anımsatan nesne güzeldir.” Çernişevski, değişik yaşam koşullarının ve değişik sınıfların farklı güzel anlayışları olduğunu kavramıştır. Gürbüz, kaslı, sağlıklı bir köylü kadının aristokratik çevrenin soluk yüzlü, zayıf güzel kadın idealiyle uyuşmadığını örnek gösterir. Güzel, yaşam için gerekli ve yararlı özellikler içerir.

Gerçek ve gerçeklik kavramı Çernişevski için de kilit önemdedir. Çernişevski şöyle der: “Yalnız gerçeklik insana sürekli haz verir; yalnız gerçekliği temel alan arzuların ciddi bir anlamı vardır; yalnız gerçekliğin uyandırdığı umutlarda ve gene yalnız gerçekliğin sunduğu koşul ve güçlerin yardımıyla başarı sağlanabilir.” Çernişevski’ye göre, sanatın işlevi yalnızca gerçeği yeniden yaratmak, onun bir kopyasını yapmak değil, aynı zamanda onu açıklamak ve değerlendirmektir, onun hakkında hükümler vermektir.

Dobrolyubov; sıradan bir yılan değil, bir kobra

Yirmi beş yıllık kısacık ömrüne 150 yıl sonra bile okunacak ve tartışılacak eserler sığdırmış bir yazar Dobrolyubov. O da Çernişevski gibi bir papazın oğluydu. Radikal eleştirilerine dayanamayıp Sovremennik’ten ayrılan Turgenyev’in Çernişevski’ye “Sen sıradan bir yılansın, seninle baş edebilirim; ama o tam bir kobra” dediği söylenir. Siyasal konularda daha radikaldi. Yazıları Sovremennik’teki liberal yazarların kopmasına yol açtı. Hatta ünlü Oblomovluk Nedir? eleştirisi Aydınlatıcıların önemli destekçilerinden Herzen’le bile aralarını açtı. Dobrolyubov bu incelemesinde edebiyat eserindeki tiplerin, toplumsal gelişmeyle nasıl evrim geçirdiklerini, değişik yazarlarda aynı tipin çeşitli biçimlerde ortaya konduğunu gösteriyor ve Oblomov tipiyle “gereksiz adamlar”ın tarihsel anlamda gerçek rollerinin ortaya çıktığını savunuyordu. Dobrolyubov edebiyat eserini toplumu çözümlemek için bir kaynak olarak değerlendirdi. Dobrolyubov’un sanatçının başarısını değerlendirmek için önem verdiği şey şudur: ““Eleştirmen için en önemli olan şu belirlemeyi yapmaktır: yazar, işlerin gidişatı gereği halkta doğmuş ya da doğmakta olan doğal istekleri görebilecek düzeyde midir? Sonra, bu istekleri hangi ölçüde anlayabilmekte, yansıtabilmektedir? Ve olayın özünü mü yoksa yalnızca görünürdeki yanını mı kavrayabilmiştir?” Sanatçı gerçekliği izler, “ruhuna seslenen” şeyleri yakalar ve bir imgede dondurarak bize gösterir. “Bitmez tükenmez akış içinde kendini etkileyen anı durdurabilir.” Sanatın temel konusu toplum ve insandır. Dobrolyubov, yeteneğini birtakım dere ve yaprakları güzelleştirmek için harcayan bir sanatçıyla toplumsal hayata ilişkin bir olayı canlandıran sanatçıyı karşılaştırdığında ikisini aynı değerde kabul etmez. Sanatçının yeteneğini neye harcadığı çok önemlidir.

Belinski, Çernişevski ve Dobrolyubov’un gerçeklik sanat ilişkisini bugün bile doğru bulabileceğimiz biçimde çözümlediklerini görüyoruz. Gerçekçilik karşıtlarının en önemli suçlamalarından biri, bu anlayışla sanat eserinin basit bir kopyaya, fotoğrafa, yansıya indirgendiğidir. Bakın, Dobrolyubov 150 yıl önce bunun böyle olmadığını nasıl ortaya koyuyor: “İyi ama sanatçı, yalnızca içinde bulunulan anı yansıtan bir fotoğraf camı mıdır? Bunun böyle olmadığını biliyoruz. Böyle olsaydı eğer sanat eserlerinde ne hayat, ne de anlam bulunurdu. Sanatçı, yakaladığı anın bölük pörçüklüğünü, sanatçı duyarlığıyla doldurur, tamamlar; “özel”i genelleştirir, kopuk ve dağınık çizgilerden kalın ve düz tek bir çizgi oluşturur; birbirini tutmayan, karışık olaylar arasında canlı bir bağ kurar; yaşayan gerçekliğin birbiriyle çelişen türlü yönlerine bakışındaki kopuklukları, tutarsızlıkları giderir, dünya görüşüne bir bütünlük verir. Bu bakımdan gerçek sanatçı, yapıtını yaratırken, başıyla ve sonuyla, en içrek zemberekleri ve en gizli sonuçlarıyla, mantıksal bakışla başlangıçta çoğu kez anlaşılamayan, ama sanatçının esinlendirici bakışlarının değmesiyle gözler önüne seriliveren bir bütünlük içinde ona yüreğinde sahiptir. Gerçek sanatçının yapıtını başkalarına sunuşu da böyle olur; gerçek sanatçıların yaratıları herkes için yalın, anlaşılır ve mantıklıdır. Alışılagelmiş yaşamımızda bize son derece yadırgatıcı gelen şeyleri, bir sanat yapıtında kendimize yakın buluruz: Faust’un acılı arayışlarını da, Lear’in çılgınlıklarını da, Child-Harold’un acımasızlıklarını da yadırgamamamızın, onları hiç zorlanmadan anlamamızın nedeni budur.”

19 Yüzyıl Rus yazarları dönemlerinin gerçeğiyle hesaplaşmayı göze alabildiler. Bu onların okurunu da hesaplaşmaya davet etti ve eyleme geçirdi. Rusya’nın üçüncü ve en büyük miladı 1917 Ekim Devrimi oldu.

Bu gerçek tutkusundan, haksızlık başkaldırısından, insanlık arayışından bizim de kazanacağımız çok şey yok mudur?

Kaynaklar
Andrzej Walicki, Rus Düşünce Tarihi 1760-1900, Aydınlanmadan Marksizme, Çeviren: Alâeddin Şenel, V Yayınları, Şubat 1987, Ankara
Georg Lukacs, Avrupa Gerçekçiliği, Çeviren Mehmet H. Doğan, Payel Yayınları, 2. Basım, (1. Basım, Ocak 1877) Mayıs 1987, İstanbul.
Vissarion Grigoryeviç Belinski Edebiyat, Sanat, Kültür, Tarih, Felsefe Üzerine Yazılar, Rusçadan çeviren: Mazlum Beyhan, Yön Yayıncılık, İstanbul, 224 s. (1989)
V.İ. Lenin, Felsefe Defterleri, Türkçesi: Attila Tokatlı, Sosyal Yayınlar, İstanbul, Mart 1976, 551 s. N.G. Çernişevski / G. Plehanov / Şipovnik Yayınları, St. Petersburg, 1910
Nikolay Aleksandroviç Dobrolyubov, Oblomovluk Nedir? Çeviren: Mazlum Beyhan, Yön Yayınları, 1987, İstanbul.

Pdf formatında indirmek için tıklayın:
19_Yuzyil_Rus_Gercekciligi_Sadik_Albayrak.pdf

NOT: Yazı, yazarın izniyle foruma aktarılmıştır.

Kategori:

Re: 19. Yüzyıl Rus Gerçekçiliği Üzerine Notlar

Yukarıdaki yazıyı daha yeni gördüm ne yazık ki,
en kısa zamanda okuyacağım.
rus romanlarının hayranı bir okur olarak merak içindeyim.
rus romanlarını okuduğumda dilinden midir bilinmez, bir yakınlık hissederim hep öykülere.
kişiler, zaman, mekan ve davranışlar ne kadar farklı olursa olsun, sanki pencereden baktığımda görüp şahit olabileceğim şeylerden bahseder gibi gelir anlatılan öyküler. rus öyküsü hiç okumadım sanırım. forum sayesinde bir an önce çehov öykülerine başlayacağım. (geç de olsa...)
bir de ergin altay'ın çevirileri konusu var.
tolstoy ile dostoyevski'nin türkçede benzer konuşması durumu...
ona ayrıca değinmek gerek.
biz çehov'a bakalım şimdilik...

çağdaş